engel is. 1. Bir şeyin gerçekleşmesini önleyen sebep, mâni, mahzur, müşkül, pürüz, mânia, handikap:
"Seçme ve aracılık işlevini yerine getiren dünyanın önünde ise öyle aşılması güç engeller yok gibi." -A. Ağaoğlu. 2. Hemzemin geçitlerde kara yolu güvenliğini sağlamak için kullanılan açılır kapanır düzenek, bariyer. 3. Herhangi bir yolu kapamak için konulan nesne, bariyer. 4. Kara yollarının kenarlarına yapılan korkuluk, bariyer. 5.
sp. Engelli koşularda, her yarışçının üzerinden atlaması gereken tahta düzenek, bariyer.
perde is. 1. Görüşü, ışığı engellemek, bir şeyi gizlemek için pencereye veya bir açıklığın önüne gerilen örtü:
"Durmadan pencere kapatıyor, perde çekiyorum." -A. Ağaoğlu. 2. Üzerine bir cismin görüntüsü yansıtılan saydam olmayan yüzey:
Sinema perdesi. Karagöz perdesi. 3. İki yeri birbirinden ayıran bölme:
"Duvarın önüne çekilen tahta perdeye yapıştırılmış ilanlara bakıyordu." -M. Ş. Esendal. 4. Seste pes perde:
"Sonra da ince ve çok acıklı bir perdeden şarkı söylemeye başladı." -A. Mithat. 5.
mec. Doğruyu görmeye engel olan şey:
Bu sözü duyunca gözlerimdeki perde kalkıverdi. 6.
hay. b. Kaz, ördek, martı gibi hayvanların parmaklarını birbirine bitiştiren zar. 7.
müz. Bir müzik parçasını oluşturan seslerden her birinin kalınlık veya incelik derecesi. 8.
müz. Bu ses derecelerini sağlamak için çalgılarda bulunup parmaklarla basılan yer. 9.
tıp Katarakt:
Gözlerine perde inmiş. 10.
tiy. Bir sahne eserinin büyük bölümlerinin her biri:
"Oyunun üç perdesi de böyle alkışlar içinde geçti." -M. Ş. Esendal.