çaresiz sf. 1. Çaresi bulunmayan, onulmaz:
"Çaresiz derdimi oğlana anlatıp dükkâna döndüm." -A. Ümit. 2. Çare bulamayan (kimse), biçare:
"Viranelerde yemek için ot toplayan çaresiz kadınlarla konuştu." -Ö. Seyfettin. 3.
zf. Çıkar yol bulamayan bir biçimde:
"Birdenbire kendini o kadar çaresiz hissetti ki oradan uzaklaşıp bir sütunun dibine çökerek ağlamaya başladı." -İ. O. Anar. 4.
zf. İster istemez:
"İkinci seçeneğin düşüncesi bile sinirlerini alt üst etmeye yettiğinden, çaresiz birinci yolu seçti." -E. Şafak.
kadın is. 1. Erişkin dişi insan, zen erkek veya adam karşıtı:
"Yanlarında, kendileriyle ahbaplık edecek dostlar, hizmetlerine koşacak kadınlar veya erkekler görmek isterler." -A. Ş. Hisar. 2. Evlenmiş kız. 3.
sf. Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan. 4.
mec. Hizmetçi bayan. 5.
esk. Bayan:
"Hintli kadın, toplantıyı renklendirmek için herkesin kendisine bazı şeyler sormasını teklif ediyordu." -B. Felek.
yoksul sf. 1. Geçinmekte çok sıkıntı çeken (kimse, toplum, ülke), yoksuz, fakir, fukara, zengin, varsıl karşıtı:
"O kadar yoksulmuş ki rüyasında bile eline para değmemiş." -E. Şafak. 2.
mec. İstenilen nitelikte ve özellikte olmayan, yetersiz:
"Yazılarını okudum, sözlerini dinledim, bilgice onu biraz yoksul buldum." -M. Ş. Esendal.
zavallı sf. (za'vallı) 1. Acınacak kadar kötü durumda bulunan:
"Zavallı hekim kendisine zorla yutturulan afyonların tesiriyle yığıldığı yerden bir daha kalkamadı." -N. F. Kısakürek. 2.
mec. Gücü bir şeye yetmeyen, âciz:
"Bunu idrak etmekten o kadar zavallı ve biçareydi ki." -A. H. Tanpınar.