kavanoz anlamı Rum.kávanos
Topraktan veya camdan, ağzı geniş, orta veya ufak boyda kap: § "
Kavanozdaki balıkları seyrediyordum uyuyup kalmışım." -
Reşat Nuri Güntekin, Balıkesir Muhasebecisi, 53. § "
... Tıp Fakültesinin kavanozlarının biri içinde..." -Peyami Safa, Sanat-Edebiyat-Tenkit, 167. § "
Onun çukur ve boş gözleri, kırmızı ve mavi su kavanozları bulunan camekânlara korkunç, siyah bir nazar atıyordu." -Ruşen Eşref Ünaydın, Hikâyeler, 8. § "
Bir yığın geleneğin küçük ve sefil bir hulasası tozlu kavanozlarda, uzun ve tahta kutularda bulunuyordu." -Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, 46. § "
Rafa dizilmiş kavanozlar arasına fazla gelen kavanoz onlar." -Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi, 7. §
"… reçelin türlüsü kavanoz kavanoz durur…" -Ahmet Rasim, Ramazan Sohbetleri, 271. §
"O, yalnız kavanoz kavanoz turşu kurmayı ve sessiz sedasız çocuk doğurmayı bilir." -Necip Fazıl Kısakürek, Hikâyelerim, 281. § "
Gözlerinde kavanoz dibi gözlükler…" -Elif Şafak, Mahrem, 30. §
"Bak hele, bu kavanozdaki ince çekilmiş kahve Türk kahvesidir." -Buket Uzuner, Uzun Beyaz Bulut (Gelibolu), 83. § "
… babasının haberi olmaksızın kavanozdan fındık çalıp mahalle çocuklarına ikişer üçer dağıtmıştı." -Nazım Hikmet Ran, Kan Konuşmaz, 146. § "
Kavanoz içinde kırmızı balıkları var o ressamın, anlamıyorum anlayamıyorum ya baktıkça içim açılıyor." -Nurullah Ataç, Dergilerde Deneme, 127. §
"Buzlu bir kavanozda yürüyorlarmış gibi, ellerini ağır ağır kımıldatıp, havayı kulaçlayarak adeta barın tavanına yükseliyorlar." -Attila İlhan, Kurtlar Sofrası, 322.