artmak(I)
is. hlk. Büyük heybe.
artmak(II)
(nsz) 1. Çoğalmak:
"O zaman bedava binme olasılığı artardı." -A. Kutlu. 2. Harcandıktan sonra bir miktar geri kalmak:
Kumaş arttı. Yemek arttı. 3. Değeri yükselmek, fazlalaşmak:
Arsa fiyatları arttı. coşmak (nsz) 1. Duygu ve düşünceleri güçlü bir tepki ile dışarı vurmak, galeyan etmek:
"Askerler sevgili efendilerinin yüzünü görür görmez coşuyorlar." -Y. K. Beyatlı. 2. Doğa olaylarından herhangi biri birdenbire çoğalıp hızlanmak:
"Coşan sele dur diyorsun sen, dadı." -T. Oflazoğlu. 3. Heyecanlanmak, içten içe kaynamak, aşırı duygulanmak.
çoğalmak (nsz) Azken çok olmak, çok duruma gelmek, artmak:
"Ansızın aşağıda ayak sesleri, uğultular çoğaldı." -Y. Z. Ortaç.
dalgalanmak (nsz) 1. Üzerinde dalga oluşmak. 2. Renk, ton değiştirmek:
"Yüzünde belli belirsiz bir pembelik dalgalanmıştı." -H. Taner. 3.
mec. Hareketli olmak, kıpırdamak:
"Yolun kenarlarında eğrelti otları tilki kürkü gibi dalgalanıyordu." -S. F. Abasıyanık.
heyecanlanmak (nsz) Herhangi bir nedenle güçlü, geçici bir duygulanımdan etkilenmek, heyecana gelmek, coşmak:
"Cümleleri parlaktı, jestlerle konuşuyordu, heyecanlandırıyor ve heyecanlanmış görünüyordu." -T. Buğra.
iyileşmek (nsz) 1. İyi duruma gelmek:
Hava iyileşti. 2. Hastalıktan kurtulmak, sağlığı yerine gelmek, salah bulmak:
"İyileşmek için en küçük bir gayret göstermiyorsun." -N. Cumalı.
yoğunlaşmak (nsz) 1. Yoğun duruma gelmek, yoğuşmak, tekâsüf etmek, konsantre olmak:
"Atlar benekli bir yıldız alacasında, şehit cesetlerinden yoğunlaşmış bir kokuyu, kalın bir sis gibi dağıta dağıta ilerliyorlardı." -A. İlhan. 2.
mec. Bütün dikkatini bir konu üzerinde toplamak.