çaresiz sf. 1. Çaresi bulunmayan, onulmaz:
"Çaresiz derdimi oğlana anlatıp dükkâna döndüm." -A. Ümit. 2. Çare bulamayan (kimse), biçare:
"Viranelerde yemek için ot toplayan çaresiz kadınlarla konuştu." -Ö. Seyfettin. 3.
zf. Çıkar yol bulamayan bir biçimde:
"Birdenbire kendini o kadar çaresiz hissetti ki oradan uzaklaşıp bir sütunun dibine çökerek ağlamaya başladı." -İ. O. Anar. 4.
zf. İster istemez:
"İkinci seçeneğin düşüncesi bile sinirlerini alt üst etmeye yettiğinden, çaresiz birinci yolu seçti." -E. Şafak.
düşkün sf. 1. Bir şeye kendini aşırı vermiş olan, çok bağlı, meraklı, tutkun:
"Onlar kadar birbirine düşkün, birbirine uymuş bir çift daha ömrümde görmedim desem yeri vardır." -H. E. Adıvar. 2. Geçim sıkıntısına düşmüş:
"Eski arkadaşının düşkün bulunduğu hâlinden anlaşılıyordu." -R. H. Karay. 3. Yoksulluk sebebiyle mutluluk ve refahını yitirmiş:
"Zavallı, arabasını satmış, düşkün bir hâldeydi." -Y. K. Beyatlı. 4. Yaşlılık, hastalık vb. sebeplerle çalışma gücünü yitirmiş. 5.
mec. Değer ve onurunu yitirmiş. 6.
mec. Kötü yola düşmüş, ahlaksız:
"Emniyet memurları Beyoğlu'nun çalgılı bahçelerinden yüz yirmi düşkün kız derleyip toplamış." -Y. Z. Ortaç.
zavallı sf. (za'vallı) 1. Acınacak kadar kötü durumda bulunan:
"Zavallı hekim kendisine zorla yutturulan afyonların tesiriyle yığıldığı yerden bir daha kalkamadı." -N. F. Kısakürek. 2.
mec. Gücü bir şeye yetmeyen, âciz:
"Bunu idrak etmekten o kadar zavallı ve biçareydi ki." -A. H. Tanpınar.