dolgun sf. 1. Dolarak biçimi yuvarlaklaşmış:
Dolgun yastık. 2. Şişmana yakın, balıketinde:
"Dolgun karnını güçlükle taşıyan genç bir kadın gelip oturdu." -B. Felek. 3. Çok, bol, fazla, yüksek (ücret, para vb.):
"İlk işi babasını memnun etmek için ona dolgun bir maaşa geçtiğini yazmak olmuş." -A. Ş. Hisar. 4. Şişkin:
"Sigaradan sararmış dişleriyle dolgun dudaklarını kemiriyor." -A. Ümit. 5.
mec. Öfke, kızgınlık, kırgınlık vb. duygularla dolu:
"Müftüye karşı adamakıllı dolgundu." -R. N. Güntekin. 6.
mec. Birbirine uyan, uyum gösteren:
"Atasözleri, çoğu zaman dolgun kafiyelere yaslanıyorlar." -B. R. Eyuboğlu.
toplu sf. 1. Topu olan:
Toplu tabanca. 2. Hepsi bir arada bulunan, toplanmış:
"Yol, toplu yaşamanın doğurduğu bir gereksinmeyi karşılamak için yapılır." -N. Cumalı. 3. Birlikte yapılan, kombine. 4. Düzenlenmiş, dağınık olmayan:
Toplu bir oda. 5. Topunu, tamamını, bütününü içine alan:
Toplu bir bakış. 6. Vücutça dolgun.