Sözce'de sorgulama yapmak için bir kelime girin

gelmek ne demek?

 - 4 sözlük, 7 sonuç.

Güncel Türkçe Sözlük

gelmek, -ir anlamı
(-den, -e; nsz) 1. Ulaşmak, varmak: "Gurbetten gelmişim yorgunum, hancı." -B. S. Erdoğan. 2. Getirmek: "Adamı Ödemiş'ten aldım geldim, her masrafını çektim." -N. Cumalı. 3. Oturmaya, ziyarete gitmek: Dün akşam amcamlar bize geldi. 4. İsabet etmek: Attığı top gözüme geldi 5. Varlığını sürdürmek, yaşamak, intikal etmek: Eski çağlardan birçok anıt çağımıza kadar gelmiştir. 6. Ortaya çıkmak, doğmak. 7. Belli bir süre dolmak: "Vakit kuşluğu aşmış, öğleye geliyordu." -N. Cumalı. 8. Belli bir zamana ulaşmak. 9. Kadar olmak: Boyu ancak omzuna geliyor. 10. Çıkmak, yönelmek: Merak etme, ondan kimseye kötülük gelmez. 11. İzlemek, takip etmek: Çocuklar arkadan geliyordu. 12. Bir yerden alınıp bir yere ulaştırılmak: Kahve Brezilya'dan geliyor. 13. Katılmak, eklenmek: Türkçede ekler kelimelerin sonuna gelir. 14. Türemek. 15. Daha önce üzerinde durulmuş olan bir konuya yeniden dönmek: Şimdi sözü burada kesip asıl konumuza gelelim. 16. Sonuç çıkmak: Bu davranışlardan ne gelir bilinmez. 17. Dayanmak, tahammül etmek: Birazcık üşütmeye gelmiyor, hemen hastalanıyor. 18. Kendine yapılan herhangi bir davranış veya durumu iyi karşılamak: "Kadri o adamlardandır ki iyi davranmaya, yüz vermeye gelmez." -M. Ş. Esendal. "Bizim baştan savma işe gelmediğimizi bilirsin." -R. H. Karay. 19. (-e) Bir şeye sonradan inanmak, doğruluğuna hak vermek, eğilim göstermek, kabul etmek: Dediğime geldiniz mi? 20. Etkisini herhangi bir biçimde göstermek: Buranın havası iyi geldi. Burası bana çok sıcak geldi. 21. Kazanılmak, sağlanılmak: Çiftlikten onlara ayda beş yüz milyon lira gelir. 22. Uymak: Bu ayakkabı sana küçük gelir. 23. Olmak, -e uğramak: Felç gelmek. Başımıza bir bela geldi. 24. Akmak: Burnundan kan geldi. Musluktan su gelmiyor. 25. Düşmek, rast gelmek: Buraya ışık gelmiyor. 26. Görünmek, sanılmak: "Baygın da olsa yabancı bir kadını böyle kucağında tutmak ona pek ayıp bir şey gibi geldi." -H. Taner. 27. (-e) Uygun düşmek: "Caddelerde oturmaya gelmez." -Ö. Seyfettin. 28. (-e) Başlamak, ortaya çıkmak. 29. Mal olmak: Bu bardakların tanesi yüz liraya geldi. 30. Biriyle birlikte gitmek: Ben İstanbul'a gidiyorum, benimle gelir misiniz? 31. İhtiyaç anlatan deyimler kurmaya yarayan bir fiil: Uykusu gelmek. 32. (yar) Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur: Alışageldiğimiz bir anlamı vardı. 33.

Tarama Sözlüğü

gelmek anlamı
1. Naklolunmak, hikâye edilmek. 2. Geçmek, vârit olmak.

Türkçe - İngilizce

gelmek anlamı
fiil
1) come
2) arrive
3) come to
4) get
5) come up to
6) pull
7) attain
8) set
9) weigh
10) turn the scale at
11) weigh
12) go to scale at
13) carry over
14) roll up
15) go on
16) scale out
17) put in
18) scale in
19) fall on
20) stem

Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü

gelmek anlamı
Hamur mayalanmak.

Darıveren *Acıpayam -Denizli

gelmek anlamı
Uğraşmak.

*Ünye -Ordu

gelmek anlamı
Gelmek (bakınız» Ge)
gêlmek anlamı
Gelmek

Doğu Trakya

gelmek eş anlamlısı

akmak
(-den) 1. Sıvı maddeler veya çok ince taneli katı maddeler bir yerden başka bir yere doğru gitmek: "Eskiden Sakarya, bu köprünün altından akarmış." -S. F. Abasıyanık. 2. Bu gibi maddeler aşağıya, yere düşmek: Üstünden sular akıyor. 3. Sıvı bir madde bir yerden çıkmak. 4. (nsz) Bir kap veya bir yer, içindeki veya üstündeki sıvıyı sızdırmak: Kova akıyor. Dam akıyor. 5. (-e) Art arda ve toplu olarak gitmek: "Öfkeli insanlar, el ele, omuz omuza Taksim'e doğru akıyorlardı." -Y. Z. Ortaç. 6. (nsz) Kumaş yıpranıp iplikleri erimeye başlamak: "Çarşafın kumaşı da yer yer akmış, buruşmuştu." -R. H. Karay. 7. (nsz) Boya birbirine karışmak. 8. (-le) Sürüp gitmek: "Nedim divanında bir kaside vardır, müjgân üstüne, hicran üstüne, umman üstüne kafiyeleri ve redifleriyle akar." -Y. K. Beyatlı. 9. (nsz) mec. Zaman çabuk geçmek. 10. (nsz) mec. Karışmak, katılmak. 11. (nsz) argo Çabucak savuşmak, ortadan kaybolmak.
başlamak
(-e) 1. Bir işe girişmek, harekete geçmek: "Şairliğe on sekiz yaşında gazel ve rubailerle başlamıştı." -H. Taner. 2. (nsz) Çalışır, işler, yürür duruma girmek: "Bundan başka evlenme hayatı da oldukça başarılı başladı." -H. E. Adıvar. 3. Olmak, oluşmak, ortaya çıkmak, doğmak: "Şiirimiz milletimizin Anadolu'daki teşekkülü ile başlar." -Y. K. Beyatlı. 4. Görünmek: "Kasabanın kenar mahallelerinden sonra bir mezarlık başlardı." -S. F. Abasıyanık. 5. Etkisini göstermek: "Kış başlarken yapraklar döküldü." -C. Uçuk. 6. Hoş olmayan bir davranışa koyulmak: "Etraftaki çocuklar gene arsızlanmaya başladılar." -O. C. Kaygılı.
çıkmak
(-den) 1. İçeriden dışarıya varmak, gitmek: "Ortalık ağarırken bir arkadaşımla yorgun adımlarla konaktan çıktık." -F. R. Atay. 2. (nsz) Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek: "Bu mülakatımızdan esaslı bir netice çıkmadı." -Atatürk. 3. (nsz) Bir meslek veya bilim kurumunda okuyup yetişmek, mezun olmak: "Çiçeği burnunda subay çıkar çıkmaz, ben size bir emir eri bulurum." -H. Taner. 4. Bulunduğu yeri bırakıp başka yere geçmek, taşınmak, ayrılmak, ilgisini kesmek: "Yeni evimizden çıkıp eski evimize taşındık." -Y. Z. Ortaç. 5. Süresi dolduğunda ayrılmak: Daireden çıkmak. Hastaneden çıkmak. Cezaevinden çıkmak. 6. (nsz) Yapılmak, yürümek: Bu dairede işler kolay çıkmaz. 7. Yetişecek ölçüde olmak: Bu kumaştan bir palto çıkar mı? 8. Eksilmek: Dörtten iki çıkarsa iki kalır. 9. Meydana gelmek: "Uygunsuz dediğim vakalardan biri bir salon oyunu yüzünden çıkmıştır." -R. N. Güntekin. 10. (nsz) Sıyrılmak, ayrılmak: Bebeğin patiği çıktı. 11. (nsz) Herhangi bir durumda olduğu anlaşılmak: Borçlu çıkmak. Kârlı çıkmak. Alacaklı çıkmak. 12. Bir durumla ilgili niteliklerini yitirmek, bir durumdan başka bir duruma geçmek: "Çok sonra öğrenecek bunu. Çok sonra, çocukluktan çıkıp kocaman adam olduktan sonra." -T. Dursun K. 13. (-i) Bir şeyin yukarısına doğru yürümek: "Uzun, dik merdivenli bir yokuşu çıktık." -R. H. Karay. 14. (-de, nsz) Bir inceleme, bir araştırma sonucu bulmak: Sularda bakteri çıktı. 15. (-e) Yetkili birinin makamına iş için gitmek: Başkana çıkmak. 16. (-e) Talihine veya payına düşmek, isabet etmek, vurmak: Arkadaşa piyango çıkmış. Bize yine gezi çıktı. Bu işten size de bir şey çıkar. 17. (nsz) Bir konu yetkililerce karara bağlanmak. 18. (-e) Mal olmak: Bu ev dört milyara çıktı. 19. (-e) Oyunda herhangi bir rolü oynamak: "Arsız ve aptal mahalle çocuğu rolüne çıkmıştı." -B. R. Eyuboğlu. 20. (-e) Bir yere ulaşmak, varmak: "Karşı kaldırıma geçtiler, sağa sola saptılar, demir yoluna çıktılar." -M. Ş. Esendal. 21. (-e) Karaya ayak basmak: "1919 senesi Mayısının on dokuzuncu günü Samsun'a çıktım." -Atatürk. 22. (nsz) Yayılmak, duyulmak: "Başından beri gazetelerde enstitü hakkında havadisler çıkıyordu." -A. H. Tanpınar. 23. (nsz) Olmak, bulunmak, var olmak: "Bayramın son günü her iki kadının da işleri çıkmıştı." -O. C. Kaygılı. 24. (-e) Bir iddia ile ortalıkta görünmek: "Sen onun karşısına çapkın bir adam gibi çıktın." -P. Safa. 25. (-den, nsz) Yayılmak: Lağımdan pis kokular çıkıyor. 26. (-e) Karşı gelebilmek, boy ölçüşmek: Güreşte ona çıkacak kimse yok. 27. (-e) Bulaşmak: Kravatın boyası gömleğe çıktı. 28. (-i) Binaya kat eklemek: Evin ikinci katını çıkmadan havalar bozuldu. 29. (-e) Bir sebeple bulunulan yerden ayrılmak: "Bu kahveden sıkıldın, ötekine çıkarsın, anladın mı?" -M. Ş. Esendal. 30. (nsz) Niteliği sonradan anlaşılmak: "Eyvah, bu da ötekiler gibi soysuz çıktı. İstemem artık gözüm görmesin, soğudum, iğrendim. Atın evimden dışarı." -R. N. Güntekin. 31. (nsz) Davranışta herhangi bir niteliği bulunmak: Akıllı çıktı da arkadaşına uymadı. 32. (nsz) Yerinden oynamak: "Fukaranın hem sağ bileği çıkmış hem davulu patlamıştı." -R. N. Güntekin. 33. (nsz) Görünür veya belli bir durumda bulunmak: Tencerenin bakırı çıktı. Zayıflıktan kemikleri çıkmış. 34. (nsz) Oluşmak, olmak: Fırtına çıkmak. Soğuk çıkmak. 35. (nsz) Piyasaya sürülmek. 36. (nsz) Bitmek, büyümek, sürmek: Ekinler çıkmaya başladı. Bıyığı çıktı. 37. (nsz) Verilmek: Maaş çıkmak. Emir çıkmak. 38. (nsz) Ay veya mevsim geçmek: Mart çıktı. Kış çıktı. 39. (nsz) Yeni yetişip satışa sunulmak: Erik çıkmış. Çilek daha çıkmadı. 40. (nsz) Yükselmek, artmak: Fiyatlar çıktı. 41. (nsz) Artırmak, fiyatı yükseltmek. 42. (nsz) Sesini yükseltmek. 43. (nsz) Büyük abdest bozmak. 44. (nsz, -den) Giderilmek, yok olmak: Leke çıktı. 45. Unutmak: O söz benim hatırımdan çıkmadı. 46. (nsz) Ay, güneş görünmek: "Hava açılmış, ay çıkmıştı." -R. H. Karay. "Güneş seni ısıtmak için çıkıyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 47. (nsz) Yayımlanmak: "Yeni çıkmış Fransızca bir iki kitap bulunurdu." -Y. Z. Ortaç. 48. (nsz) Gelmek: "Çok geçmeden haber çıkacağını kadınlık insiyakiyle derhâl sezmişti." -R. H. Karay. 49. (-den) Gerçekleşmek: "İnsanın her gördüğü rüya çıkmaz ya!" -M. Ş. Esendal. 50. (nsz) Bulunduğu yerden fırlamak, kopmak: Arabanın direksiyonu çıkmak. 51. (-den) Bir şeyin düzeni bozulmak, eskisinden daha değişik, kötü bir duruma girmek: Ev, ev olmaktan çıktı. 52. (-le) Flört etmek: "Sevim, senden başka bir kızla çıkmadım." -A. İlhan. 53. (-e) Erişmek, görmek: "Aklı başında ama sabaha çıkamayacağına kalıbımı basarım." -S. F. Abasıyanık. 54. mec. Harcamak zorunda kalmak: Paradan çıkmak. Bin liradan çıktım. 55. (-i) argo Vermeye katlanmak: Çık bakalım paraları!
dayanmak
(-e) 1. Bir yere yaslanmak, kendini dayamak: "Odalardan birinde köşeye dayanmış bir adam, sanki sızmış gibi görünüyor." -M. Ş. Esendal. 2. Bir şeyin üzerinde kurulmuş olmak. 3. mec. Zarar görmemek, varlığını korumak, hasar görmemek: Bu gemi fırtınaya iyi dayanır. 4. mec. Varmak, ulaşmak: "Bu haber ortalığa yayılır yayılmaz banknotlarını kapan bankaya dayanıyor." -Y. Z. Ortaç. 5. mec. Bütün gücünü kullanarak bir işi yapmak: "İki genç, kırarcasına küreklere dayandılar." -Halikarnas Balıkçısı. 6. mec. Bir iş sonunda birinin veya bir şeyin üzerinde kalmak: Bu proje sonunda bize dayanacak. 7. mec. Birinden, bir şeyden güç almak, güvenmek, istinat etmek: "Laikliği korumak için kanun kuvvetine mi, eğitim ve telkin kuvvetine mi dayanmalıyız?" -F. R. Atay. 8. (nsz) mec. Uzun süre kullanılmaya uygun olmak: Bu kumaş çok dayandı. 9. (nsz) mec. Tutunmak, karşı durmak, karşı koymak, mukavemet etmek: "Merkezde Akhisar'ın, Bergama'nın da henüz dayandığını öğrendiler." -N. Cumalı. 10. (nsz) Yetişmek, yeter olmak. 11. (nsz) mec. Güç bir duruma katlanmak, çekmek, sabretmek, tahammül etmek: "Kazılmış mezarın önüne geldiklerinde daha fazla dayanamayıp oracığa çöktü." -İ. O. Anar.
getirmek
(-e) 1. Gelmesini sağlamak: "Dün bir deri bir kemik hâlinde eve getirip bırakmışlar." -R. N. Güntekin. 2. (-de) Bir şeyi yanında veya üstünde bulundurmak. 3. (-i) Erişmek veya eriştiğini sanmak: Baharı getirdik. 4. (nsz) İleri sürmek: Örnek getirmek. 5. (nsz) Sebep olmak, ortaya çıkarmak: Bu rüzgâr kar getirir. 6. (-i) İletmek, bildirmek: "Bir zabit nefes nefese şu haberi getirdi." -O. S. Orhon. 7. (nsz) Sağlamak: "Haftada bir cuma günleri işleyen küçük bir kahve ayda ne kadar gelir getirirse." -Ö. Seyfettin. 8. Bir makama atamak veya seçmek. 9. (yar) Bazı kelimelerle birleşik fiil yapar: Ateh getirmek. Nedamet getirmek.
görünmek
(nsz) 1. Görülür duruma gelmek, görülür olmak, gözükmek: "Kapıda Eda Hanım göründü ve ona hatır sordu." -P. Safa. 2. İzlenim uyandırmak: "Bu, biraz daha inandırıcı görünüyor." -A. Kutlu. 3. Benzemek, görünüşünde olmak. 4. mec. Azarlamak: Çocuk pek azdı, biraz görünüver. 5. mec. Gözdağı vermek.
intikal etmek
1) yer değiştirmek: "Sonra bahis yine sempati meselesine intikal etti." -H. C. Yalçın. 2) anlamak, kavramak; 3) miras olarak babadan çocuğa kalmak.
isabet etmek
1) nişan alınan yere değmek, rastlamak: Kurşun hedefe isabet etti. 2) çıkmak: Piyangodan yüz bin lira isabet etti. 3) yerinde iş görmüş olmak: "O hâlde yalnız çıkmış olduğuma çok isabet etmiştim." -H. E. Adıvar. 4) belli bir yerde bulunmak, yer almak: "Kapının yanına isabet eden ilk koltuktakinin tıraşı bitmişti." -Ö. Seyfettin.
izlemek
(-i) 1. Birinin veya bir şeyin arkasından gitmek, takip etmek: "Babam kaşları çatılmış, başını sallayarak izliyor bizi." -A. Ümit. 2. Zaman, süre, sıra vb. bakımından gelmek, arkasından gelmek, arkasında olmak: Geceyi gündüz izler. 3. Bir olayın gelişimini gözden geçirmek: "Bu ustaca düzeni Osmanlıların her işinde izleyebilirsiniz." -S. Birsel. 4. Eğlenmek, görmek, öğrenmek için bakmak, seyretmek: Televizyonu izlemek. 5. Belirli bir yönde gitmek: "Geç vakit hayvanla, Deliçay'ı izleyip gidiyordum." -H. E. Adıvar. 6. Gözlemek, incelemek: Çocuk kuşu gözleriyle izledi. 7. Belirli bir tutum, davranış veya düşünceyi benimsemek: Bu üretim politikasını izleyeceğiz. 8. Bir şeye uymak, bağlı olmak: Modayı izlemek. 9. Herhangi bir olayla ilgilenmek: "Çeşitli siyasi olaylar karşısındaki tepki ve düşüncelerini dolaylı da olsa izleyebiliyordum." -H. Taner.
katılmak
(I) (nsz, -e) 1. Katma işi yapılmak: Süte su katılmış. 2. Bir topluluğa girmek, iştirak etmek: "Üç dört ev ötedeki boş arsada çocukların oyunlarına katıldım." -N. Cumalı. 3. Ortak olmak, benimsemek: "Her konuya kibar bir ses ve bir iki sözcükle katılmak özenindeydi." -Ç. Altan.
katılmak
(II) (nsz) Aşırı derecede gülme, ağlama, gıdıklanma, korkma vb. tepkiler sırasında, solunum kaslarının kasılmasından dolayı soluk kesilmek: "Babam biraz surat astı, anam katıldı gülmekten." -F. R. Atay.
sanılmak
(nsz) Düşünülmek, olabileceğine inanılmak, zannedilmek: "Oraya çıktıktan sonra saatlerce oynadığımız sanılmasın." -A. Kutlu.
tahammül etmek
dayanmak, katlanmak, kaldırmak: "Sanıyorum ki hep benim hatırım için bu hayata tahammül ediyor." -Ö. Seyfettin.
takip etmek
1) yetişmek, yakalamak veya bulmak amacıyla birinin arkasından gitmek, izlemek: "Kocası okurken gözleriyle satırları takip ediyor, elleriyle boncuk çantasını ovalıyordu." -Ö. Seyfettin. 2) belli bir yöne gitmek: Bu yolu takip ederseniz eve varırsınız. 3) uymak: Modayı takip etmek. 4) bir şeyi izlemek: "Böylesi anlarda, diziyi çarpık bir nazarla takip etmekten geri duramıyor." -E. Şafak. 5) dikkatle dinlemek, anlamak: Öğretmenin anlattıklarını takip etmek. 6) kovuşturmak: "Vaziyeti yukarıdan ve bizzat takip etmek lazım geldi." -Atatürk. 7) hemen arkasından gelmek: "Bu hoyrat düşünceleri bir şimşek süratiyle taban tabana zıt fikirler takip ediyor." -H. Taner.
türemek
(nsz) 1. Oluşmak, ortaya çıkmak, meydana çıkmak: "Halide Hanım'ın hikâyesinden sonra türeyen bugünkü Turan lokantaları, Turan berberleri, Turan ocakları bütün payitahtı sarmış." -Y. K. Beyatlı. 2. Parçalanıp çoğalmak, üremek. 3. Çoğalmak: "Uzun zamandır ıssız, bakımsız kaldığı için o gümrah yeşillikler bölgesinde yılanlar türediği biliniyordu." -R. E. Ünaydın. 4. db. Bir kökten çıkmak.
ulaşmak
(-e) 1. Varmak, gelmek: "Doğudan batıya kadar ulaşmış bir zafer bestesi dinliyorum." -R. H. Karay. 2. Elde etmek, erişmek. 3. Yetişmek. 4. Birbirine katılmak, dökülmek: Nehirler denizlere ulaşıyor.
uymak
(-e) 1. Ölçüleri birbirini tutmak: Ayakkabı ayağına iyi uydu. 2. Renk, biçim vb. yönünden birbirini tutmak, uygun düşmek: Kravat ceketine uymuş. 3. Zevke, anlayışa uygun düşmek: Sizin tutumunuz bizim görev anlayışımıza uyuyor. 4. Bir inanca, bir anlayışa, bir duruma veya egemen bir güce uygun davranışta bulunmak, riayet etmek: "Şu acayip sevdaları bırak, muhite uy, zamana uy, hayatını mükemmel kazanırsın." -P. Safa. 5. Bağlı kalmak, tabi olmak: Birtakım kayıt ve şartlara uymalıydı. 6. Uygun düşmek, münasip olmak: "Her cihette birbirine uyacak kadın erkek bulmak dünyada kabil değildir." -H. C. Yalçın.
varmak
(-e) 1. Erişilmek istenen yere ayak basmak, ulaşmak, vasıl olmak: "Köye akşama doğru ancak varabildim." -S. F. Abasıyanık. 2. Belli bir duruma veya düzeye gelmek: Yaşı elliye vardı. O şimdi yolun yarısına varmıştı. 3. Hoş olmayan bir sona ermek: "Beni tahkir etmeye kadar varıyorsun." -P. Safa. 4. Bir şeyi iyice anlamak veya duymak: Tadına varmak. Sırrına varmak. 5. (-i) Acımadan, çekinmeden yapmak: Eli varmak. Dili varmak. 6. Kadın, evlenmek: "Gönül verdin derlerdi o delikanlıya / En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya." -A. M. Dranas. 7. Bir durumdan başka duruma geçmek: Secdeye varmak. Uykuya varmak.
yaşamak
(nsz) 1. Canlılığını, hayatını sürdürmek: "Hiçbir şey yaşarken daha önemli değildir." -A. İlhan. 2. Sağ olmak: Deden yaşıyor mu? 3. Varlığını sürdürmek: Balıklar suda yaşar. 4. Oturmak, eğleşmek: Köyde yaşamak. Şehirde yaşamak. 5. Geçinmek: Bu kazançla yaşamak kolay değil. 6. Herhangi bir durumda bulunmak veya olmak: Bekâr yaşamak. Tek başına yaşamak. 7. Görüp geçirmek, başından geçmek: "Balkan Savaşı'nın bütün acılarını yaşamış bir ailenin kızıydı." -N. Cumalı. 8. mec. Sürmek, devam etmek: Onun anısı hep yaşayacak. 9. mec. Varlıklı, endişesiz, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek: "Tek başına manevra yapan bir lokomotif rahatlığı ile hayatını yaşıyor." -H. Taner. 10. mec. Keyfi yerine gelmek, mutlu olmak, işleri yolunda olmak: Bu iş olursa yaşadık. 11. mec. Bir durumu yaşar gibi olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, hissetmek: "Sen genç gibi yaşar, ihtiyar gibi ölürsün." -Ö. Seyfettin.
yönelmek
(-e) 1. Belli bir yön tutmak, yüzünü belli bir yöne doğru çevirmek, teveccüh etmek. 2. mec. Amaç olarak benimsemek: "Şiire veda etti ve sanatın başka bir bölümüne yöneldi, hikâye ve romana." -Y. Z. Ortaç. 3. mec. Hedef almak: Suçlamalar bana yöneldi.

"gelmek" için örnek kullanımlar

''Fenerbahçe'yi evinde yenen takım karşısında galip gelmek istiyoruz.
'' We want to win against Fenerbahce defeat the team.
Kaynak: ajansspor.com
Beşiktaş'a gelmek isteyen oyuncuların sayısı her geçen gün artıyor.
Besiktas is increasing with each passing day the number of players who want to come.
Kaynak: fotomac.com.tr
Onların olduğu şehre gelmek bizim için büyük bir gurur vesilesi.
They come to the city is a great pride for us.
Kaynak: haber.stargazete.com
Tabi uzun sürünce yeni binamızda sizinle bir araya gelmek istedik.
Of course, when driving long wanted to get together with you in our new building.
Kaynak: manisahabergazetesi.com.tr
Muharebe, iki veya daha fazla sayıda ordu nun birbirlerine askeri açıdan üstün gelmek üzere belirli bir süre ve askeri güç kullanarak
Kaynak: Muharebe
Küfür; inkâr, reddetmek, yok saymak, görmezlikten gelmek gibi anlamlara gelir. İnkâr eden kişiye kâfir denir. İslam 'da mümin kişi Allah
Kaynak: Küfür (İslam)
Başkaldırma, otoriteye, itaate karşı gelmek Sivil itaatsizlik ve şiddete dayanmayan direnişten bir hükümet gibi kurulu otorite yi yıkmaya
Kaynak: Başkaldırma
Duygusal Özgürlük Tekniği (EFT), psikolojik problemlerin üstesinden gelmek için kullanılan bir alternatif psikoterapi yöntemidir.
Kaynak: Duygusal Özgürlük Tekniği
1.5/1.5 aralığında gidip gelmek) uygulaması esnasında renk değiştirmesine denir. Bu renk değiştirme esnasında malzemede optik olarak ışık
Kaynak: Elektrokromizm
Bazen ailenin ve misafirlerin bir araya gelmek için tercih ettiği en rahat oda olabilir. Mutfağın Evrimi : Mutfağın gelişimi temelde ocağın
Kaynak: Mutfak
Konak ayrıca başta Karşıyaka gelmek üzere, İzmir'in diğer iskeleleri ile denizden bağlantıyı sağlayan Konak İskelesi ve Konak Meydanı ile
Kaynak: Konak, İzmir
Kanal, Türkiye'de ve dünyanın her yerinde lider eğlence platformu haline gelmek için, şirketteki tüm aktif varlıklardan faydalanacak."
Kaynak: Disney XD
Böylece ülke topraklarının tamamı devlete ya da aynı anlama gelmek üzere merkezi otoriteye bağlıdır. Böyle bir mülkiyet yapılanmasının
Kaynak: Maoculuk
Uçuşun mürettebatının üçüncü üyesi olan Michael Collins bu sırada Ay yörüngesinde Armstrong ve Aldrin'i taşıyan modülle bir araya gelmek
Kaynak: Apollo 11
binalar gibi bircok engelleri ve rf gibi gürültüye ve karmaşıklıya sebeb olacak kaynakların bulunduğu kentsel çevrelerin üstesinden gelmek zordur.
Kaynak: Plmn
Rolüyle Altın Küre kazanan Colin Firth 'in canlandırdığı VI. George , kekemeliğinin üstesinden gelmek için alışılmışın dışında bir konuşma
Kaynak: Zoraki Kral
Müziği yaşadığı depresyonun üstesinden gelmek için bir terapi olarak kullanan Max Cavalera , davulda Roy Mayorga , ikinci gitarda Jackson
Kaynak: Soulfly
Mimarlık başta gelmek üzere bilgelik, adalet ve hoşgörü konusundaki ileri düzeyleri kendilerinden sonraki kuşakları öylesine etkilemiştir
Kaynak: Toltekler
Salı günleri kurulan pazarı öğlesine öne çıkmıştır ki halk arasında ilçe yerine "salıya gitmek, salıdan gelmek, salıda görüşmek "vb.
Kaynak: Ulubey, Ordu
İşin üstesinden gelmek için gereklidir. Planlamanın amacı bir işin en düşük maliyetle,en etkili ve verimli bir şekilde yapılacağının
Kaynak: Plan
Düzgün kesme taşlarla inşa edilmiş kalın beden duvarlarının masif etkisini hafifletmek için cephelerde her kubbe sırası hizasına gelmek
Kaynak: Bursa Ulu Camii
Olta sözcüğü Türkçeye İtalyanca "gidip gelmek" anlamındaki volta sözcüğünden geçmiştir Ancak "balık tutma düzeneği" anlamı Türkçeye hastır
Kaynak: Olta
insanlara temel insan hakları, haysiyet ve özgürlük sağlamak" olan bir grup hâline gelmek istiyordu GAA en çok 1970'ten 1974'e kadar etkin idi.
Kaynak: Gay Activists Alliance
Sturm, 5 yıl sonra bir araya gelmek üzere yol arkadaşları ile ayrıldıklarında kendisi gibi babası hakkında iz bulmak amacıyla yola düşen
Kaynak: Sturm Brightblade

Yakın Kelimeler

Google Reklamları
(Tahmin etmek için bir harf girin)
Vagonmedya.com
2009-2024 © Sözce hakları saklıdır.