ahali ç. is. (aha:li) 1. Aralarında aynı yerde bulunmaktan başka hiçbir ortak özellik bulunmayan kişilerden oluşan topluluk:
"Mevsim daha Boğaz'ın bütün ahalisini toplayamamıştır." -A. Ş. Hisar. 2. Bir yerde toplanan kalabalık, halk:
"Ahaliden kimsenin kendisini tanımaması için bir siyah mantoya bürünmüştü." -R. N. Güntekin.
aşiret is. (aşi:ret) Dil ve kültür yönünden büyük bir türdeşlik gösteren, birçok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında toplum, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk, oymak:
"Bunlar aşiret reislerine hulus çakmışlar, hep alttan almışlar belki rüşvetlerini de yemişler ve onları şımartmışlardı." -N. F. Kısakürek.
baskı is. 1. Bir eserin basılış biçimi veya durumu, print:
"Baskı yanlışlıkları yüzünden kapatılan gazeteler vardı." -A. Ş. Hisar. 2. Bası sayısı:
Bu gazetenin baskısı yüz bindir. 3. Bir eserin tekrarlanarak yapılan baskı işlemlerinden her biri, edisyon:
Sözlüğün yeni baskısı. 4. Giysinin içine kıvrılıp dikilen kenarı:
Etek baskısı. 5. Hak ve özgürlükleri kısıtlayarak zor altında bulundurma durumu, tahakküm:
"Politik baskıların yanı sıra daha başka yasaklara da bağlıydık." -N. Cumalı. 6. Bir maddeyi sıkıp ezen alet, pres. 7.
sp. Top oyunlarında karşı takım oyuncusunun hareketini ve sonuç almasını engellemek amacıyla uygulanan yakın savunma durumu, pres. 8.
ruh b. Belirli ruhsal etkinlik ve süreçleri, kişinin isteği dışında bilinçaltına itmesi veya bu itilenlerin bilince çıkmasını önleme durumu.
defa is. (defa:) Kez, kere:
"İlk defa bu fikir, bir fikir olmaktan çıktı." -Y. K. Beyatlı.
etki is. 1. Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya şey üzerindeki gücü, tesir:
"Yaşadıklarını yazmanın böylesine bir etki yapabileceğinden hiç haberim yoktu." -A. Kutlu. 2. Bir etken veya bir sebebin sonucu:
Tokadın etkisi kötü oldu. 3.
mec. Bir kimse üzerinde bırakılan izlenim:
"Sustu, istediği etkiyi tam olarak yapmak için olmalıydı bu." -T. Buğra.
halk(I)
is. 1. Aynı ülkede yaşayan, aynı kültür özelliklerine sahip olan, aynı uyruktaki insan topluluğu, folk:
Türk halkı. 2. Aynı soydan gelen, ayrı ülkelerin uyruğu olarak yaşayan insan topluluğu:
Yahudi halkı. 3. Bir ülke içerisinde yaşayan değişik soylardan insan topluluklarının her biri:
Bağımsız Devletler Topluluğunun halkları. 4. Belli bir bölgede veya çevrede yaşayanların bütünü:
"Bütün köy halkı orada idi." -Ö. Seyfettin. 5. Yöneticilere göre bir ülkedeki yurttaşların bütünü, kamu:
"Bilmiyorlar ki halk, halkın diliyle konuşan sanatkârla birliktir." -O. V. Kanık.
halk(II)
is. (l ince okunur) esk. Yaratma.
il is. 1. Ülkenin vali yönetimindeki bölümü, vilayet:
"İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır." -Anayasa. 2. Şehrin niteliklerini taşıyan büyük yerleşim yeri. 3. Ülke, yurt. 4.
tar. Eski Türklerde devlet.
kez is. Bazı sayı sıfatlarıyla birlikte kullanılarak bir olayın ve olgunun her bir tekrarlanışını bildiren söz, defa, kere, sefer:
İki kez İstanbul'a gittim. sahiplik is. 1. Sahip olma durumu:
"Bu çocuğun sahipliği biraz da benim üstüme, anası değil miyim?" -E. Işınsu. 2. Kendisinin olan bir şeyi yasa çerçevesi içinde dilediği gibi kullanabilme hakkını taşıma durumu, iyelik.
ülke is. 1. Bir devletin egemenliği altında bulunan toprakların tümü, diyar, memleket:
"Artık vatan toprağı, Rumeli'deki hudutlarından Anadolu'daki hudutlarına kadar yekpare bir ülke olmuştur." -Y. K. Beyatlı. 2. Devlet:
"Vicdan hürriyetine riayet eden tek ülke Osmanlı İmparatorluğu idi." -F. R. Atay. 3. Herhangi bir özelliği yönünden düşünülen bölge:
"Dünyanın gelişmiş, gelişmemiş ülkelerini tek tek geziyorum." -H. Taner.
yabancı sf. 1. Başka bir milletten olan, başka bir milletle ilgili olan (kimse), bigâne, ecnebi:
"Bu toprak bizimdir, içinde yabancının işi yok." -R. E. Ünaydın. 2. Aileden, çevreden olmayan (kimse veya şey), özge:
"Ben, yabancı bir adam, neme lazım, hiç sesimi çıkarmadım." -M. Ş. Esendal. 3. Tanınmayan, bilinmeyen, yad:
"Yabancı müşteri giremezdi kapısından. Gelenler hep edebiyat adamlarıydı." -Y. Z. Ortaç. 4. Aynı türden, aynı çeşitten olmayan:
Yağın içinde yabancı maddeler var. 5. Bir konuda bilgisi, deneyimi olmayan:
Bu uygulamanın yabancısıyım. 6. Belli bir yere veya kimseye özgü olmayan:
Yabancı arabalar buraya park edemez. yönetim is. 1. Yönetme işi, çekip çevirme, idare:
Bu iş sizin yönetiminiz altında yürüyebilir. 2.
mec. Dümen.
yurt is. 1. Bir halkın üzerinde yaşadığı, kültürünü oluşturduğu toprak parçası, vatan:
Türk yurduna Türkiye denir. 2. Memleket:
"Gerideki yurdunu on beş günden fazla boş bırakmak istemez." -F. R. Atay. 3. Bakıma ve barınmaya muhtaç bir grup insanın oturduğu, yetiştirildiği veya bakıldığı kurum:
Güçsüzler yurdu. 4. Göçebe Türklerin oturduğu çadır. 5. Öğrencilerin kaldığı, barındığı yer. 6.
mec. Diyar:
Bu köy pehlivanlar yurdudur. 7.
mec. Bir şeyin ilk veya çok yetiştirildiği yer, vatan. 8.
hlk. Yörüklerin yazın veya kışın oturdukları yer. 9.
esk. Sahip olunan arazi, emlak.