bol(I)
sf. 1. İçine girecek şeyin boyutlarından daha büyük veya geniş olan, dar karşıtı:
"Bol zamanıma yetişti de ben onu böyle şımarık büyüttüm." -P. Safa. 2. Nicelik bakımından olağandan veya alışılandan çok, kıt karşıtı:
"Demek ki zeytinin bol ve ucuz olduğu bir yerdeymiş." -B. Felek.
geniş sf. 1. Eni çok olan, enli, vâsi:
"Geniş, bomboş bir taşlığın serin, rutubetli küf kokusu duyuldu." -P. Safa. 2. Alanı büyük olan, makro, dar karşıtı:
"Bu ağaç, bir geniş bostan duvarının dış tarafında idi." -O. C. Kaygılı. 3. Bol (elbise). 4. Kapsamı büyük, dar sınırlar içinde kalmayan, yaygın, makro:
Geniş anlamlı. 5.
mec. Kolay kolay tasalanmayan, hoşgörülü, rahat:
"Besbelli geniş, olabildiğince umursamaz görünmek istiyordu." -A. İlhan. 6.
mec. Çok:
Geniş iş alanları sağlandı.