fezleke is. esk. 1. Özet, hülasa. 2. Bir kararın kısaca yazılması.
kısaca sf. 1. Oldukça kısa, biraz kısa:
"Kısaca boylu esmer oğlan koştu." -Y. Atılgan. 2.
zf. (kısa'ca) Kısa olarak, özetle, hülasa:
"O hafta çocukluk arkadaşı ile iki defa daha kısaca görüşebildi." -O. C. Kaygılı.
öz(I)
is. 1.
fel. Bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, iç, nefis, derun, varoluş karşıtı:
"Özünü bir yerde bırakıp sadece kalıbını gezdirmişti." -H. Taner. 2. "Kendine, kendi kendini" anlamlarında birleşik kelimeler türeten bir söz:
Öz eleştiri, öz geçmiş, öz yönetim. 3. Bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü, hülasa, zübde, ekstre:
Karaciğer özü. Meyve özü. Mısır özü. 4. Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça. 5.
zm. Kendi, zat:
"Bir od düştü yanar tatlı özüme / Dünya zindan görünüyor gözüme." -Karacaoğlan. 6.
mec. Bir şeyin temel ögesi, künh, zübde:
"Ortalıktaki krizi sebep gösteriyorlar ama asıl kriz şirketin kendi özünde." -A. Gündüz. 7.
bit. b. Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm:
"Ağacın çürüğü özünden olur / Yiğidin iyisi sözünden olur" -Halk türküsü.
öz(II)
sf. 1. Kan bağı ile bağlı olan, üvey olmayan:
"Size öz evladım gibi davranacağım." -A. Kulin. 2. İçine, arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı.
öz(III)
is. hlk. 1. Dere, çay. 2. Sulak, verimli yer.
özet is. 1. Bir yazı veya sözün anlamını daha kısa ve özlü biçimde veren yazı veya söz, hülasa, fezleke, ekspoze:
Romanın özeti. 2.
sin. ve
TV Filmin konusunu en kısa biçimde anlatan, bir senaryo çalışmasının ilk basamağı olan metin.