öz ne demek?
- 14 sözlük, 40 sonuç.
BSTS / Felsefe Terimleri Sözlüğü
öz anlamı İng. essence
Osm. zat, mahiyet
Lat.essentia
Alm. Wesen
Fr. essence ousia
1- Varlığın aslını kuran şey; temel özellik. Karşıtı bakınız»
ilinek. 2- Bir şeyin ne olduğu, nasıl olduğu olgusu; bir şeyi o şey yapan, öyle oluşunu sağlayan şey; bir varlığın yapısını kuran şey. Karşıtı bakınız»
varoluş. 3- Kalıcı, değişmez olan, gelip geçici olmayan, her zaman var olmakta olan varlık. Karşıtı: Değişen, değişmekte olan varlıklar. 4- Bir şeyin bireysel ve gerçek olan kendine özgü biçimi; kendine özgü belirtisi. 5- Fizikötesinin konusu olarak: Kendinde varlık. Karşıtı bakınız»
görüngü. 6- İç, çekirdek. Karşıtı: dış, kabuk.
BSTS / Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Terimleri Sözlüğü
öz anlamı İng. embryo
Embriyo.
BSTS / Kitaplıkbilim Terimleri Sözlüğü
öz anlamıbakınız» özetçe,
öz.
BSTS / Orta Öğretim Terimleri Kılavuzu
öz anlamı Osm. lübb Fr. pulpe
(botanik)
öz anlamı Osm. muh Lat.Medulla Fr. moelle
(biyoloji)
BSTS / Ruhbilim Terimleri Sözlüğü
öz anlamı İng. self Osm. nefis
Bireyi oluşturan tüm özelliklerin karmaşık örgütü.
BSTS / Su Ürünleri Terimleri Sözlüğü
öz anlamı İng. pith
Çekirdek.
BSTS / Toplumbilim Terimleri
öz anlamı İng. essence Osm. künh Fr.essence
Bir olgunun kökenini, ırasını ve gelişme eğilimlerini belirleyen en derin, en durağan özelliklerinin ve ilişkilerinin tümü.
BSTS / Zanaat Terimleri Sözlüğü
öz anlamı1. Düz ve toprak damlı evlerde, damın üzerine oturduğu kalın ağaç. (İlyaslı -Uşak; Ilıca *Ayaş -
Ankara) 2. Çatı iskeletinin tabanını oluşturan işlenmiş düzgün ağaçlardan herbiri. (Esnemez, Dodurga -Bilecik) 3. Soba odunu tutuşturmakta kullanılan çıra. (Muratdere -Bilecik) 4. Örme sepet yapımında kullanılan yumuşak çubuk. (Derekuşculu *Görele -Giresun)
Divanü Lügati't-Türk
öz anlamı
öz, kendi, nefs; van, ruh, gönül
öz anlamı
yürek ve karnın içindeki nesne
öz anlamı
yağ
öz anlamı
ağaç özü
öz anlamı
sağır
öz anlamı
iki dağ arasında bulunan dere
öz anlamı
iki dağ arasındaki yol, geçit
öz anlamı
dağ arasındaki dere, geçit
Güncel Türkçe Sözlük
öz anlamı
(I) is. 1. fel. Bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, iç, nefis, derun, varoluş karşıtı: "Özünü bir yerde bırakıp sadece kalıbını gezdirmişti." -H. Taner. 2. "Kendine, kendi kendini" anlamlarında birleşik kelimeler türeten bir söz: Öz eleştiri, öz geçmiş, öz yönetim. 3. Bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü, hülasa, zübde, ekstre: Karaciğer özü. Meyve özü. Mısır özü. 4. Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça. 5. zm. Kendi, zat: "Bir od düştü yanar tatlı özüme / Dünya zindan görünüyor gözüme." -Karacaoğlan. 6. mec. Bir şeyin temel ögesi, künh, zübde: "Ortalıktaki krizi sebep gösteriyorlar ama asıl kriz şirketin kendi özünde." -A. Gündüz. 7. bit. b. Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm: "Ağacın çürüğü özünden olur / Yiğidin iyisi sözünden olur" -Halk türküsü.
öz anlamı
(II) sf. 1. Kan bağı ile bağlı olan, üvey olmayan: "Size öz evladım gibi davranacağım." -A. Kulin. 2. İçine, arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı.
öz anlamı
(III) is. hlk. 1. Dere, çay. 2. Sulak, verimli yer.
Kimya Terimleri Sözlüğü
-öz anlamı İng. -ous
Element veya radikalin daha düşük yükseltgenme basamağına sahip olduğunu gösteren sonek. örneğin; ferröz (demir-II-).
Kişi Adları Sözlüğü
Öz anlamı Köken: T.
Cinsiyet: Kız
1. Bir kimsenin benliği, manevi varlığı. 2. Bir şeyin temel ögesi. 3. Kan bağı ile bağlı olan, üvey olmayan. 4. Katıksız, arı.
Türkçe - İngilizce
öz anlamı
isim
1) self
2) core
3) essence
4) substance
5) quintessence
6) extract
7) pith
8) content
9) soul
10) extraction
11) gist
12) distillate
13) kernel
14) pulp
15) epitome
16) nucleus
17) quick
18) sum
19) guts
20) cream
21) entity
22) matter
23) meat
24) elixir
25) essential oil
26) marrow
27) medulla
28) distillation
29) pith and marrow
30) heartbeat
31) goodness
32) quiddity
33) stuff
34) substantiality
35) substratum
sıfat
1) own
2) genuine
3) full
4) compact
5) whole
6) german
7) compendious
Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü
öz anlamı
1. Su arkı. 2. Dere, çay, ırmak. 3. Küçük göl. 4. Pınar, derelerin çıktığı yer.
öz anlamı
1. Tepeler arasındaki çukur, düzlük yer, koyak. 2. Sulak, verimli yer, otlak. 3. Bağ, bahçe, bostan. 4. Yapışkan topraklı yer. 5. Su kıyısındaki yeşil yer, ova. 6. Geniş ve büyük hendek. 7. Sel sularının aktığı yerde yaptığı yarıklar. 8. Tarla, köye yakın tarla.
öz anlamıLamba, fener vb. şeylerin fitili.
Haliliye *Ceyhan -Adana
öz anlamıGüç, dayanıklılık.
*Afşin köyleri -Maraş
*Develi -Kayseri
*Mut köyleri -İçel
öz anlamıTahıl.
*Sütçüler -Isparta
öz anlamıSakızın kıvama gelmesi için konulan gıcır.
-Samsun
öz anlamı
1. Reçineli çam ağacı, çıralı kereste. 2. Yapılarda kullanılan kalın ağaç, tomruk, direk. 3. Üzüm çardağına konulan uzun sırık. 4. İlkel tahterevallinin dikey duran ağacı.
öz anlamıÖzet.
Andifli *Kaş -Antalya
öz anlamı
1. Çamurlu çalılık, ormanlık yer. 2. Bataklık. 3. Sulu çayırlık.
öz anlamı
1. Yapıda kullanılan kalın çam ağacı. 2. Ağaç gövdelerindeki reçineli bölüm.
öz anlamı
1. Güç, dayanıklılık. 2. Dikkatsizlik.
öz anlamıKendi, mec. gönül
Kırşehir
öz anlamıKaynak, pınar
Kırşehir
öz anlamıIrmak, akarsu
Adana, Osmaniye
öz eş anlamlısı
arı(I)
sf. 1. Temiz, münezzeh. 2. Yabancı şeylerden arınmış, katışıksız, saf, halis. 3. Günahsız.
arı(II)
is. hay. b. Zar kanatlılardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek
(Apis mellifica). ekstre is. (e'kstre) 1. Öz. 2.
tic. Hesap özeti. 3.
kim. Özüt.
hülasa is. (hüla:sa, l ince okunur) 1. Özet, fezleke:
"Bir kadınlık tarihi hülasası yapacak değiliz." -F. R. Atay. 2. Öz:
Karaciğer hülasası. 3.
zf. (hü'la:sa) Kısaca:
"O vakit küt küt kalbim atmaya başlıyor, hülasa acayip bir vaziyet." -Y. K. Karaosmanoğlu. 4.
kim. Herhangi bir maddenin, alkol, eter vb. bir eritici ile ayrılmış veya başka bir yol ile elde edilmiş etkili özü:
Kınakına hülasası. kendi zm. 1. İyelik ekleri alarak kişilerin öz varlığını anlatmaya yarayan dönüşlülük zamiri, zat. 2. Kişiler üzerinde direnilerek durulduğunu anlatan bir söz:
Kendisi gelsin. Kendimiz görmeliyiz. 3. Bir işte başkalarının etkisi bulunmadığını belirten bir söz:
"Kendi yapacağı işi bırakır, âleme öğüt vermeye kalkar." -B. Felek. 4. "Kendisi, kendileri" biçiminde bazen saygı duygusuyla veya söz konusu olanları amaçlayarak o ve onlar yerine kullanılan bir söz:
Kendileri evde yoklar mı? künh is. esk. Öz, kök, içyüz:
"Bu şiirin künhü dimağla, gözle görülmez, yalnız kalple anlaşılır." -Y. K. Beyatlı.
saf(I)
is. 1. Dizi, sıra:
"Bütün garsonlar saf teşkil edip selama dururlardı." -E. E. Talu. 2. Grup.
saf(II)
sf. 1. Katıksız, arı, katışıksız, halis, has:
Saf tereyağı. 2.
mec. Kurnazlığa aklı ermeyen, kolaylıkla aldatılabilen, bön, safdil:
"Yenge, açık sözlü, saf bir kadıncağızdır." -R. N. Güntekin. 3.
mec. İyi niyetli, art niyetsiz:
"Senin bu kadar çocukça saf olduğunu bilmezdim." -P. Safa.
zat is. (za:t) 1. Kişi:
"Tanıdıklarımdan bir zat, meyveleri hiç sevmez." -A. Haşim. 2.
esk. Kendi, öz:
"Evvelki gün gelen kadın sizi istiyor, zatınızla konuşacakmış." -S. M. Alus.
öz zıt anlamlısı
varoluş is. fel. Yaşama, var olma, bir şeyin ne olduğu, nasıl olduğu değil, var olduğu olgusu, mevcudiyet, öz karşıtı:
"Artık yaradılışının, varoluşunun, hayatla ödüllendirilişinin sebebini bilmektedir." -T. Buğra.