arı(I)
sf. 1. Temiz, münezzeh. 2. Yabancı şeylerden arınmış, katışıksız, saf, halis. 3. Günahsız.
arı(II)
is. hay. b. Zar kanatlılardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek
(Apis mellifica). bön sf. Budala, saf, avanak, ahmak:
"Sandığınız kadar bön bir insan değilim ben." -N. F. Kısakürek.
dizi is. 1. Bir iplik veya tel üzerine dizilmiş inci, boncuk vb.nin oluşturduğu bütün, sıra:
İki dizi inci. 2. Herhangi bir bakımdan bir bütün oluşturan şeylerin tümü, seri:
"İşte bütün eserlerini bir araya toplayacak olan bu dizinin başına yazılacak ön söz." -A. Ş. Hisar. 3. Yan yana, art arda veya zaman sırasına göre sıralanmış birbiriyle ilişkili nesne veya olayların oluşturduğu bütün sıra:
Bir dizi olay. Olaylar dizisi. 4.
db. Aynı söz dizimsel bağlam içinde birbirinin yerini alabilecek olan ve güçlü bir karşıtlık bağlantısı kuran ögelerin oluşturduğu bütün, paradigma. 5.
ask. Saf durumundaki bir kıtada, birbiri arkasında duran erler. 6.
mat. Değerleri artarak veya eksilerek art arda gelen terimler takımı. 7.
müz. Bir oktavın içinde sıralanan sekiz sesin bütünü. 8.
sin. ve
TV Dizi film.
grup is. 1. Küme:
"Bir kadın grubu gözleri komutanın penceresine dikili duruyor." -H. E. Adıvar. 2. Ortak özellikleri olan varlıklar, nesneler bütünü:
Lehçeler grubu. 3.
mec. Görüşleri, çıkarları bir olan kimseler bütünü, ekip. 4.
ask. Çeşitli sınıf veya birliklere bağlı elemanların, belirli bir taktik görevi gerçekleştirmek üzere, tek komutanın emri altında birleştirilmesinden oluşan kıta topluluğu:
Savaş grubu. Yürüyüş grubu. Savunma grubu. halis sf. (ha:lis) Katışık olmayan, katışıksız, saf:
"Devşirme değil, cetbecet Türk, özüm gibi halis Sivaslı, aslan gibi kumandan." -N. Hikmet.
has sf. 1. Özgü:
"Anadolu'nun yüksek yaylalarına has, sessiz, pussuz, boz renkli gecelerden biriydi." -R. N. Güntekin. 2. Katışıksız, en iyi cinsten, saf:
Has gümüş. 3. Hükümdara özgü olan:
Has ahır. Has bahçe. 4.
mec. İyi nitelikleri kendinde toplamış olan (kimse). 5.
is. tar. Başmaklık.
katıksız sf. 1. Katığı olmayan, yavan:
"Biraz da katıksız ekmek yiyin." -N. F. Kısakürek. 2. Yabancı bir şeyle karışmamış:
Katıksız süt. 3.
mec. Belli bir yerden, belli bir soydan gelen:
"Katıksız İstanbul çocuğu, Boğaziçi çocuğudur o." -Y. Z. Ortaç. 4.
mec. Niteliği başka hiçbir etkiyle bozulmamış olan, tam:
"... öfkesi, sevgisi katıksız, kaya gibi sağlam ve güvenilir adam..." -A. İlhan.
katışıksız sf. İçine başka şeyler karışmamış olan, arı, saf.
sıra is. 1. Yan yana, art arda olan şey veya kimselerin tümü, dizi:
"Şehir esnafı şekercisinden tutun da berberine kadar iki sıra durup kendisini alkışladılar." -S. F. Abasıyanık. 2. Bu biçimdeki topluluğun durumu:
Sırayı bozmayın. 3. Belirli bir düzene ve niteliğe göre dizilme durumu:
Boy sırası. Yaş sırası. 4. Bir şeye ayrılan, uygun görülen veya rastlayan zaman:
"Bu sırada yan odadan sesler gelmeye başlamıştı." -İ. O. Anar. 5. Tahtadan oturak:
"Oturacak yerler tahta sıralardan olur." -S. Birsel. 6. Dershane, meclis vb. yerlerde kullanılan ve oturup yazı yazacak biçimde yapılan mobilya. 7. Düzen:
Sıraya girmek. Sıraya dizilmek. 8.