bağlı olmak1) tabi bulunmak:
"Bağlı olduğu alay üç günlük bir dağ yürüyüşüne çıkmış." -N. Uygur. 2) tutulmak, tutkun olmak:
"İhtiyarın Arslan Bey'e bu kadar bağlı olması, Giray'ı sık sık bir tarafa itmesi canını sıkıyordu." -S. Çokum.
eğlenmek (nsz) 1. Neşeli, hoşça vakit geçirmek:
"Masadakiler eğlenirlerken vali dalgınlaşmıştı, pek dinlemiyordu konuşulanları." -A. Kulin. 2.
(-le) Bir kimsenin herhangi bir kusuru veya zayıf noktası ile alay etmek:
"Yalnız bunları sordu ve inan ki benimle eğlendi." -M. Ş. Esendal. 3. Bir yerde durmak, beklemek, tevakkuf etmek:
"Yemen'e gönderilirken Beyrut'ta bir hafta eğlenmiş hem şehri görmüş hem de Cebel köylerinde gezintiler yapmıştı." -R. H. Karay. 4. Oyalanmak.
görmek (-i) 1. Göz yardımıyla bir şeyin varlığını algılamak, seçmek:
"Merdivenin başındaki paravanın arkasında garip bir sahne gördüm." -A. Gündüz. 2. Anlamak, kavramak, sezmek:
"Türk iradesinin ne demek olduğunu da sen göreceksin." -R. E. Ünaydın. 3. Yanına gidip konuşmak:
Bugün müdürü göreceğim. 4. Bir şey hakkında bir yargıya varmak, değerlendirmek. 5. Belirli bir zamanın içinde bir olaya tanık olmak, yaşamak:
"Hangi memlekete gitsek resmî makamlar kadar halkın da rağbetini görürdük." -F. R. Atay. 6. Yapmak, etmek:
İş görmek. Masraf görmek. 7.
(-den, -i) Kendisine yapılmak, bir davranışla karşılaşmak, maruz kalmak. 8.
(-den) Almak:
Birinden ders görmek. 9.
(nsz) Bir şeye erişmek:
Cebi para görmek. Yardım görmek. 10. Çok değer vermek:
Gözü yalnız parayı görüyor. 11.
(nsz) Bir işleme uğramak:
Teftiş görmek. Tedavi görmek. 12.
(nsz) Yüzü bir yöne doğru olmak, bakmak:
Ev güneş görüyor. 13. Ziyaret etmek. 14. Karşılaşmak, rastlaşmak. 15.
(-le) Gözlerin görmediği durumlarda başka duyu organlarıyla algılamak:
Körler parmaklarıyla görürler. 16.
(nsz) Sahne olmak, geçirmek:
Bu ova çok savaş gördü. 17. Saymak, herhangi bir şey gibi görmek. 18. Gezmek:
Ankara'yı gördün mü? 19.
tkz. Vermek:
"Baba hiç param yok, biraz görsen beni, dediği sabahı minnetle anımsar, Ali Bey..." -N. Meriç. 20.
sp. Karşı oyuncunun yapacağı vuruşu önceden kestirip ona göre durum almak.
gözlemek (-i) 1. Bir şeyin olmasını veya bir kimsenin gelmesini beklemek, intizar etmek. 2. Dikkatle bakmak, tarassut etmek:
Hava değişikliklerini gözlemek havacılık için önemli bir iştir. 3. İncelemek, araştırmak. 4. Gizlice bakmak, gözetlemek. 5. Korumak, kollamak.
incelemek (-i) Bir işi veya bir şeyi ele alıp özelliklerini, ayrıntılarını inceden inceye, özenle anlamaya, öğrenmeye çalışmak, tetkik etmek:
"Ne kitap okur ne de başkalarının düşüncesini inceler." -S. Birsel.
seyretmek (nsz) (se'yretmek) 1. Bir şeyin durumunu, oluşumunu gözlemek, bakmak:
"Uzun İhsan Efendi olan biteni çaresizlikle seyrediyordu." -İ. O. Anar. 2.
(-i) Bir olaya karışmadan bakmak:
"Rabia biraz şaşkın, salapuryada arkadaş olduğu çocuklu tazenin kocasıyla buluşmasını seyrediyordu." -H. E. Adıvar. 3. Eğlenmek, görmek, öğrenmek vb. için bakmak, izlemek:
"Ben, çok güzel bir şey seyrediyorsam tiyatroda, daha ne kadar sürecek piyes diye aklıma getirmem." -N. Hikmet. 4. Taşıt, ilerlemek, yol almak. 5. Hastalık vb. sürmek, devam etmek:
"Gözlerini yumdu ve kendini ağır aksak seyreden bir rüyanın içinde buldu." -E. Şafak.
süre is. Bir olayın başı ile sonu arasında geçen zaman parçası, zaman aralığı, zaman bölümü, müddet:
"Hükümdar gibi davrandığınız sürece hükümdar sayılırsınız." -T. Oflazoğlu.
takip etmek1) yetişmek, yakalamak veya bulmak amacıyla birinin arkasından gitmek, izlemek:
"Kocası okurken gözleriyle satırları takip ediyor, elleriyle boncuk çantasını ovalıyordu." -Ö. Seyfettin. 2) belli bir yöne gitmek:
Bu yolu takip ederseniz eve varırsınız. 3) uymak:
Modayı takip etmek. 4) bir şeyi izlemek:
"Böylesi anlarda, diziyi çarpık bir nazarla takip etmekten geri duramıyor." -E. Şafak. 5) dikkatle dinlemek, anlamak:
Öğretmenin anlattıklarını takip etmek. 6) kovuşturmak:
"Vaziyeti yukarıdan ve bizzat takip etmek lazım geldi." -Atatürk. 7) hemen arkasından gelmek:
"Bu hoyrat düşünceleri bir şimşek süratiyle taban tabana zıt fikirler takip ediyor." -H. Taner.
zaman is. (zama:nı) 1. Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit:
"Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım." -Ö. Seyfettin. 2. Bu sürenin belirli bir parçası, vakit:
"Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir." -A. İlhan. 3. Belirlenmiş olan an. 4. Çağ, mevsim:
Gül zamanı. Çocukluk zamanı. 5. Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler, vakit. 6. Dönem, devir:
"Dedelerimizin zamanında burada bir kral yaşardı." -R. Mağden. 7.
gök b. Olayların oluş ve akış sırasını belirleyen, düzenli ve dönemli gök olaylarını birim olarak kullanan sanal bir kavram. 8.
db. Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı:
Geldi, gelmiş, geliyor, gelecek, gelir. 9.
jeol. Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri.