çirkin sf. 1. Göze veya kulağa hoş gelmeyen, güzel karşıtı:
"Kız öyle müstesna bir güzelliğe sahip olmamakla beraber çirkin de değildi." -H. R. Gürpınar. 2. Hoş olmayan, yakışık almayan (davranış veya söz):
"Bu boş ve çirkin iddiayı bir kere de onun ağzından işitmek istedim." -Ö. Seyfettin. 3. Karanlık, dalavereli, şüpheli:
"Dedikodular artmış, o da bu çirkin işler içinde kalmak istemediğinden çekilmiş." -M. Ş. Esendal.
kuru sf. 1. Suyu, nemi olmayan, yaş ve nemli karşıtı:
"Yanakları kuruydu fakat gözleri tamamıyla siyah yaştı." -H. E. Adıvar. 2. Yağış almayan veya üzerinde bitki olmayan:
Kuru çöl. Kuru tepeler. 3. Daha sonra kullanılmak için kurutulmuş, taze ve yeşil karşıtı:
"Evlerin önlerine kuru meşe dallarıyla örtülü çardaklar yapmışlar." -R. H. Karay. 4. Canlılığını yitirmiş (bitki):
"Çiçek açmaz kuru bir ağaç, ötmeyi unutmuş bir kuş mu oldum?" -H. E. Adıvar. 5.
mec. Zayıf, çelimsiz, arık, sıska, kaknem:
"Kara, kuru, kibirli, kazık gibi bir kadın!" -H. E. Adıvar. 6. Salgısı olmayan:
Kuru öksürük. Kuru egzama. 7. Döşenmemiş, çıplak:
Kuru tahtaya oturma! 8. Katıksız, yanında başka şey olmayan (yiyecek):
Kuru çayla karın doyar mı? 9. Etkisi ve sonucu olmayan:
"Şahsına topluluğun isteğini emanet edenler boş bir riya, kuru bir şeref olsun diye laf etmediler." -R. E. Ünaydın. 10.
mec. Heyecanı, tadı olmayan, tekdüze:
Kuru, zevksiz bir hayat. 11.
mec. Akıcı olmayan, duygudan yoksun:
Kuru bir anlatım. 12.
is. Kuru fasulye.
sıska sf. (sı'ska) 1. Çok zayıf ve kuru, kaknem, çelimsiz, arık:
"Bodrum katında kalan sıska oğlanın salonunun tam üstüne denk düşüyordu odası." -E. Şafak. 2.
esk. Karın boşluğuna su dolmuş olan.