arık(I)
is. hlk. 1. Ark:
"Arıkta çimdim de geldim, diye fısıldadı." -C. Uçuk. 2. Fide veya fidan dikilen yer.
arık(II)
sf. Zayıf, cılız, kuru, sıska:
"Arık, zayıf bir buzağı kuyruğunu sallayarak gidiyordu." -M. Ş. Esendal.
çelimsiz sf. Güçsüz, zayıf, nahif:
"Pek çelimsiz olduğu için oruç tutamıyor." -B. Felek.
çıplak is. 1. Soyunmuş durumda olan vücudun resmi, nü. 2.
sf. Üstünde bulunması gereken giysi, örtü vb. bulunmayan, üryan, nü, cıbıl, cıbıldak:
"Kız, çıplak tabanlarını bozuk yolda şaplata şaplata köyün içerisine doğru uzaklaştı." -E. E. Talu. 3.
sf. Saçsız (baş). 4.
sf. Üzerinde yaprak olmayan:
"Irmağın başında kocaman, çıplak bir tek kavak vardı." -H. E. Adıvar. 5.
sf. İçinde gerekli eşya bulunmayan:
"Ankara tepelerinin birinde, boz renkli bir binanın çıplak ve dar bir odasında onunla karşı karşıyayız." -Y. K. Karaosmanoğlu. 6.
sf. mec. Yoksul (kimse):
"Askerliğini yapmamış, beş parasız, çıplak bir Cemal'in nesi vardı evlenilecek?" -N. Cumalı. 7.
sf. mec. Yalın, süssüz:
Çıplak bir anlatım. kaknem sf. 1. Çirkin, huysuz:
"Kız ne kadar kaknem veya malın gözü olursa olsun ..." -T. Buğra. 2. Kuru, sıska.
sıska sf. (sı'ska) 1. Çok zayıf ve kuru, kaknem, çelimsiz, arık:
"Bodrum katında kalan sıska oğlanın salonunun tam üstüne denk düşüyordu odası." -E. Şafak. 2.
esk. Karın boşluğuna su dolmuş olan.
tekdüze sf. 1. Değişmeksizin, düzenli, aynı biçimde tekrarlanan, sürüp giden, tek örnek, muttarit, yeknesak, monoton:
"Yazıcı, tekdüze bir sesle çabuk çabuk okuyordu." -Y. Atılgan. 2.
zf. (te'kdüze) Değişmeyerek, aynı biçimde tekrar edilerek, bitevi, biteviye.
zayıf sf. 1. Eti, yağı az olan, sıska, cılız, arık (insan veya hayvan):
"Uzun boylu, zayıf, ellilik bir hanım." -S. M. Alus. 2. Görevini yapacak yeterli gücü olmayan:
Zayıf bir ordu. Gözleri zayıf. 3.
mec. Sağlamlığı, dayanıklılığı olmayan:
Zayıf bir yapı. 4.
mec. Önemli, güvenilir olmayan:
Zayıf bir bilgi. 5.
mec. Çok az:
Zayıf bir ihtimal. 6. Enerjisi, etkisi, yoğunluğu az olan:
Radyoda uzak bir istasyonun zayıf sesini duydu. Zayıf ışık. 7.
is. Başarısızlığı gösteren not. 8.
mec. Bilgi yönünden yeterli olmayan, yeteneksiz:
Zayıf bir öğretmen. 9.
mec. Kişilik ve ruhsal yönden gereği kadar güçlü olmayan:
"Zayıf ve uydurma bir âşık bu cevaba karşı perişan olurdu." -A. Gündüz.