ark is. İçinden su akıtmak için toprağı kazarak yapılan açık oluk, arık:
"Konduların ortasına ark yapıp göllenen suları dışarı akıttılar." -L. Tekin.
cılız sf. 1. Çok zayıf ve güçsüz, eneze, nahif:
"Hanın sahibi cılız bir adamdı." -S. F. Abasıyanık. 2. Güçsüz, sönük (ışık). 3. İnce:
"Bir zamanlar asma köprünün bulunduğu yerde şimdi cılız bir halat vardı." -A. Kulin. 4. Basit, değersiz, önemsiz:
"Mimaride cılız eserler vücuda geliyordu." -B. Felek. 5.
zf. Güçsüz bir biçimde:
"Üçüncü kez aynı cümleyi söylüyordu ama şimdi çok daha cılız çıkmıştı sesi." -E. Şafak.
kuru sf. 1. Suyu, nemi olmayan, yaş ve nemli karşıtı:
"Yanakları kuruydu fakat gözleri tamamıyla siyah yaştı." -H. E. Adıvar. 2. Yağış almayan veya üzerinde bitki olmayan:
Kuru çöl. Kuru tepeler. 3. Daha sonra kullanılmak için kurutulmuş, taze ve yeşil karşıtı:
"Evlerin önlerine kuru meşe dallarıyla örtülü çardaklar yapmışlar." -R. H. Karay. 4. Canlılığını yitirmiş (bitki):
"Çiçek açmaz kuru bir ağaç, ötmeyi unutmuş bir kuş mu oldum?" -H. E. Adıvar. 5.
mec. Zayıf, çelimsiz, arık, sıska, kaknem:
"Kara, kuru, kibirli, kazık gibi bir kadın!" -H. E. Adıvar. 6. Salgısı olmayan:
Kuru öksürük. Kuru egzama. 7. Döşenmemiş, çıplak:
Kuru tahtaya oturma! 8. Katıksız, yanında başka şey olmayan (yiyecek):
Kuru çayla karın doyar mı? 9. Etkisi ve sonucu olmayan:
"Şahsına topluluğun isteğini emanet edenler boş bir riya, kuru bir şeref olsun diye laf etmediler." -R. E. Ünaydın. 10.
mec. Heyecanı, tadı olmayan, tekdüze:
Kuru, zevksiz bir hayat. 11.
mec. Akıcı olmayan, duygudan yoksun:
Kuru bir anlatım. 12.
is. Kuru fasulye.
sıska sf. (sı'ska) 1. Çok zayıf ve kuru, kaknem, çelimsiz, arık:
"Bodrum katında kalan sıska oğlanın salonunun tam üstüne denk düşüyordu odası." -E. Şafak. 2.
esk. Karın boşluğuna su dolmuş olan.
zayıf sf. 1. Eti, yağı az olan, sıska, cılız, arık (insan veya hayvan):
"Uzun boylu, zayıf, ellilik bir hanım." -S. M. Alus. 2. Görevini yapacak yeterli gücü olmayan:
Zayıf bir ordu. Gözleri zayıf. 3.
mec. Sağlamlığı, dayanıklılığı olmayan:
Zayıf bir yapı. 4.
mec. Önemli, güvenilir olmayan:
Zayıf bir bilgi. 5.
mec. Çok az:
Zayıf bir ihtimal. 6. Enerjisi, etkisi, yoğunluğu az olan:
Radyoda uzak bir istasyonun zayıf sesini duydu. Zayıf ışık. 7.
is. Başarısızlığı gösteren not. 8.
mec. Bilgi yönünden yeterli olmayan, yeteneksiz:
Zayıf bir öğretmen. 9.
mec. Kişilik ve ruhsal yönden gereği kadar güçlü olmayan:
"Zayıf ve uydurma bir âşık bu cevaba karşı perişan olurdu." -A. Gündüz.