genç sf. 1. Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı:
"Eliyle işaret etti genç adama." -A. Kulin. 2. Gelişmesini tamamlamamış olan (bitki, hayvan):
Genç ağaç. Genç at. 3. Gençlikteki özelliklerini koruyan, dinç. 4. Zihin bakımından yeterince gelişmemiş, toy. 5.
mec. Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan:
"Atatürk'ün tabutu arkasından ağlayan on beş milyon Türk'ün yaşadığı, genç Türkiye mutluydu." -B. Felek.
güzel sf. 1. Göze ve kulağa hoş gelen, hayranlık uyandıran, çirkin karşıtı:
Güzel kız. Güzel çiçek. Yalının en güzel odası bizimdi. 2. İyi, hoş:
"Güzel şey canım, milletvekili olmak!" -Ç. Altan. 3. Beklenene uygun düşen ve başarı düşüncesi uyandıran:
Güzel bir fırsat. 4. Soyluluk ve ahlaki üstünlük düşüncesi uyandıran:
Güzel duygular. Güzel hareketler. 5. Görgü kurallarına uygun olan. 6. Sakin, hoş (hava):
Güzel bir gece. 7. Okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı:
Güzel vaatler. 8. Pek iyi, doğru:
Güzel güzel amma! 9.
is. Güzel kız veya kadın. 10.
is. Güzellik kraliçesi. 11.
zf. Hoşa giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde:
Güzel konuştu. 12.
zf. Adamakıllı, şiddetli:
": Karıkoca bu kuzu yüzünden güzel bir kavga ettiler." -Ö. Seyfettin.