dolmuş sf. 1. Boş yeri kalmamış, meşbu. 2.
is. Yolcu taşımaya yarayan kayık, motor, otomobil, minibüs vb. küçük taşıt:
"En iyisi ben buradan bir dolmuşa binip eve gideyim." -Ç. Altan.
dolu(I)
is. Havada su buğusunun birden yoğunlaşıp katılaşmasından oluşan, türlü irilikte, yuvarlak veya düzensiz biçimli saydam buz parçaları durumunda yere hızla düşen bir yağış türü:
"Dolu ekinlerini vurmuşsa bir yıl aç demekti." -T. Buğra.
dolu(II)
sf. 1. İçi boş olmayan, dolmuş, meşbu, pür, boş karşıtı:
Su ile dolu bir şişe. 2. Bir yerde sayıca çok:
Dağda keklik dolu. 3. Boş yeri olmayan, her yeri tutulmuş olan:
"Haftaya pazartesiye kadar bütün uçaklar dolu." -A. İlhan. 4. Boş vakti olmayan, meşgul:
Bugün doluyum. 5. Çok olan (iş, uğraş, olay vb.). 6. İçinde atılacak mermisi bulunan (top, tüfek vb. ateşli silahlar):
Tabanca doludur, dikkat edin. 7. Tornacılıkta delik açılmamış (gereç). 8.
mec. Bir duygunun güçlü etkisinde olan. 9.
is. esk. İçki doldurulmuş bardak.
doymuş sf. 1. Bir şey yiyerek tok duruma gelmiş. 2.
mec. İsteği kalmamış, isteği giderilmiş, tatmin olmuş. 3.
fiz. ve
kim. Doyma durumuna gelmiş (gaz, sıvı veya elektromıknatıs), meşbu.