aydınlık is. 1. Bir yeri aydınlatan güç, ışık:
"Bir elektrik görmediğimizden titrek fener aydınlığına doyamazdık." -F. R. Atay. 2. Bir yapının ortasına gelen oda ve öbür bölümlerin ışık alması için damın ortasından zemine kadar açılan boşluk. 3.
sf. Işık alan:
Aydınlık bir oda. 4.
sf. mec. Kolay anlaşılacak derecede açık olan, vazıh:
Aydınlık bir söz. 5.
sf. mec. Kötülükten uzak, temiz, saf:
Aydınlık bir yüz. ışık is. 1. Cisimleri görmeyi, renkleri ayırt etmeyi sağlayan fiziksel enerji, erke, ziya, nur, şavk:
"Okuyabilmek için kapıdaki ışık yeterli değildi." -H. E. Adıvar. 2. Bir yeri aydınlatmaya yarayan araç:
Buraya bir ışık getirin. 3. Aydınlanmak için kullanılan elektrik:
"Apartmandaki dairelerin ışıkları kapalı, herkes mışıl mışıl uyuyor olmalı." -A. Ümit. 4.
mec. Mutluluk, sevinç veya zekâdan doğan, özellikle yüzde ve gözlerde beliren parıltı:
"Bütün gözlerden manalı ışıklar sıçrıyordu." -P. Safa. 5.
mec. Yol gösteren, aydınlatan kimse, düşünce, eser vb:
"Sevgili Behçet Necatigil şiirimizin vazgeçilmez ışıklarından biri olarak ayrıldı aramızdan." -N. Cumalı. 6.
fiz. Yüksek derecede ısıtılan cisimlerin veya çeşitli enerji biçimleriyle uyarılan cisimlerin gaz ışı yaydığı gözle görülen ışıma.