ince sf. 1. Kendi cinsinden olanlara göre, dar ve kalınlığı az olan, kalın karşıtı:
İnce minare. İnce değnek. İnce kitap. 2. Zayıf:
"Sarışın, kuru, ince bir kadındı." -Y. K. Beyatlı. 3. Taneleri ufak, iri karşıtı:
İnce un. İnce kum. 4. Aşırı özen gerektiren, kaba karşıtı:
İnce nakış. 5. Ayrıntılı:
"Bugün temizlikçi geliyor. Şöyle ince bir temizliğe..." -T. Uyar. 6. Akışkanlığı çok olan, yoğun ve koyu olmayan (sıvılar). 7. Tiz (ses), pes karşıtı:
"İnce bir çocuk sesinin hırçınlaştığı, ağladığı işitildi." -R. N. Güntekin. 8. Hafif, gücü az:
"Hiçbir hareket bu gülüş kadar belirsiz ve ince değildir." -S. F. Abasıyanık. 9.
mec. İyiden iyiye, enikonu, ayrıntılı:
"Benim hasta olduğum günlerde her şey uzun uzun düşünülmüş, ince hesaplarla hazırlanmıştı." -R. N. Güntekin. 10.
mec. Düşünce, duygu veya davranış bakımından insanın sevgi ve saygısını kazanan, zarif, kaba karşıtı:
"Bu gülümseyişte, herkesin hemen seçemeyeceği bir ince alay gizli." -A. Ağaoğlu.
kibar sf. 1. Davranış, düşünce, duygu bakımından ince, nazik olan (kimse):
"İşte senin bu kibar, bu efendi hâllerine bayılıyorum." -Y. Z. Ortaç. 2. Seçkin, değerli:
"Fazla bolluk da görmemiş bir ailenin kibar eşyaları sessiz bir şekilde âdeta hitap ediyordu." -S. F. Abasıyanık. 3. Zengin, soylu, köklü (kimse, aile):
"Telefona giderek kibar ve varlıklı insanlara has bir şive ile köşkten otomobili istetti." -H. Taner. 4.
is. esk. Büyükler, ulular.
nazik sf. (na:zik) 1. Başkalarına karşı saygılı davranan:
"Seçilmişlik duygusu insanları birbirine yakınlaştırdığından içeride herkes birbirine karşı son derece nazikti." -E. Şafak. 2. İnce yapılı, narin:
"Kadın fevkalade nazik ve güzel, çocuklar oya gibi idiler." -S. F. Abasıyanık. 3. Özen, dikkat gösterilmezse kırılabilen, bozulabilen, kötüleşebilen:
Nazik bir bitki. 4. Gerekli önlemler alınmadığında daha kötü olan, kritik:
"Şimdi devleti tehlikeden kurtaracak pek nazik zamandır." -A. Ş. Hisar. 5. Dikkat isteyen, özen gerektiren:
"Rica ederim gülmeyiniz, iş pek naziktir, şaka götürmez." -H. R. Gürpınar.