acemi sf. 1. Bir işin yabancısı olan, eli işe alışmamış, bir işi beceremeyen:
"Belli ki her şey, hem de en acemi tarafından, işlerin nihayetinde uydurulmuş, zekâsız mizansenlerden ibaret." -N. F. Kısakürek. 2. İşinde, mesleğinde yeni olan, toy:
"Acemi balıkçının ağından balıklar nasıl kaçarsa sen de zamanları öyle kaçırdın." -N. Hikmet. 3. Bir yere, bir şeye yabancı olan:
"Anlaşılan sen İstanbul'un acemisi olmalısın." -O. C. Kaygılı. 4.
is. tar. Saraya yeni alınmış cariye.
budala sf. 1. Zekâca geri olan (kimse), alık:
"Biz ondan yaşlı üç akıllı bu budalaya inandık." -H. R. Gürpınar. 2. Ahmak, bön:
"Kendisi için bu budalaların arasında bir dakika geçirmek artık bir asır kaybetmeye müsaviydi." -Ö. Seyfettin. 3.
mec. Bir şeye aşırı düşkün:
Kibarlık budalası. saf(I)
is. 1. Dizi, sıra:
"Bütün garsonlar saf teşkil edip selama dururlardı." -E. E. Talu. 2. Grup.
saf(II)
sf. 1. Katıksız, arı, katışıksız, halis, has:
Saf tereyağı. 2.
mec. Kurnazlığa aklı ermeyen, kolaylıkla aldatılabilen, bön, safdil:
"Yenge, açık sözlü, saf bir kadıncağızdır." -R. N. Güntekin. 3.
mec. İyi niyetli, art niyetsiz:
"Senin bu kadar çocukça saf olduğunu bilmezdim." -P. Safa.
saftorik sf. argo Saftirik:
"Şaşkındın, hiçbir tepki gösterememiştin. Her zaman yaptığın gibi... Suskun ve sakin kalmıştın. Saftorik, dedi adam." -N. Eray.