canlı sf. 1. Canı olan, diri, yaşayan:
"Bütün canlıların kendilerini yarı baygın, uykulu, hareketsiz bir tembelliğe bıraktıkları saatler başlamıştı." -N. Cumalı. 2. Hareketli, hayat dolu, dinamik:
"Yeni ufuklar arıyor, insanlarla daha geniş, canlı ilişkiler kurmak istiyordum." -A. Ağaoğlu. 3. Güçlü, etkili. 4. Dikkat çekici, göz alıcı, parlak (renk). 5.
is. Yaşayıp yer değiştirebilen yaratık, hayvan. 6.
is. Canlı yayın. 7.
zf. Hareketli, hayat dolu, dinamik bir biçimde:
"Umut iyidir. İnsanı canlı ve güçlü tutar." -A. Kutlu.
dinç sf. 1. Gücü ve sağlık durumu yerinde, canlı, zinde, tendürüst, tüvana:
"Kısa kesilmiş çember sakallı, iri ağızlı, yetmişlik, dinç bir ihtiyar." -M. Ş. Esendal. 2.
zf. Canlı, zinde bir biçimde:
"Sabah olunca, bütün gece uyumamasına karşın kendini dinç hissediyordu." -İ. O. Anar.
kuvvetli sf. 1. Gücü çok olan, zorlu, şiddetli:
"Güneşin en yüksek, rüzgârın en kuvvetli olduğu an kavga azıyor." -H. E. Adıvar. 2. Sağlam, dayanıklı olan:
"Beyaz şayaklar giymiş, kuvvetli gürbüz yüzü, ensesi güneşten yanmış sporcu." -Ö. Seyfettin. 3. Görevini iyi yapan, keskin:
Kuvvetli gözleri var. 4. Çok etkileyici:
"En kuvvetli inatlar ve zulmetler bile artık mukavemet edemiyor." -Ö. Seyfettin. 5. Saygın, nüfuzlu. 6. Üstün, donanımlı. 7. Etkili:
"İkinci gün sıtmadan şüphelendik, kuvvetli dozda kinin verdik." -R. N. Güntekin.