cesur sf. 1. Yürekli:
"Bu, yeterince cesur olamadığımın bir göstergesi olabilir." -İ. O. Anar. 2.
zf. Yürekli bir biçimde:
"Erkeklere karşı ilk tanışmada cesur ve ümit verici davranırdı." -R. H. Karay.
kabadayı is. (kaba'dayı) 1. İyi dövüşen, korkusuz, kendine özgü namus kurallarının dışına çıkmayan kimse:
"Ramazan, sertliği, zulmü ile ün salmış bir kabadayı idi." -H. E. Adıvar. 2.
sf. mec. Yürekli:
Doğrusu kabadayı çocuktur. 3.
hlk. Bir şeyin en iyisi, başta geleni:
Bunun en kabadayısı yüz bin lira. korkusuz sf. 1. Korkusu olmayan, yürekli, gözü pek, pervasız:
"Korkak bir adam değilim gibi geliyor bana. Ancak, en korkusuzların bile korktukları bir şey vardır sanırım." -N. Hikmet. 2. Korku vermeyen, tehlikesiz.
külhanbeyi is. Kendilerine özgü giyiniş ve konuşma biçimleri olan, argo kullanan, başıboş, haylaz delikanlı, kabadayı, serseri, hayta, külhani:
"Kahveci, kadınların yanına gittiği zaman bir kasaba külhanbeyinin olabileceği kadar kibar tavırlar, mahcup edalar alıyordu." -S. F. Abasıyanık.
yürekli sf. Tehlikeyi korkusuzca karşılayan, hiçbir şeyden korkusu olmayan, gözü pek, babayiğit, koçak, cesaretli, cesur, cüretli, cüretkâr:
"Fakat onlar da aralarında hiçbir delikanlıyı ona eş olabilecek kadar yürekli bulmuyorlardı." -H. E. Adıvar.