kuşatmak (-i) 1. Çevresini sarmak, çevrelemek, çevirmek, abluka etmek, ablukaya almak, ihata etmek, muhasara etmek:
"Denize bakan yönü ile yan sınırlarını rüzgârı kesen sık kargılıklar kuşatıyordu." -N. Cumalı. 2. Çevrelemek, çokça bulunmak. 3. Kaplamak:
Fabrika dumanları bütün şehri kuşattı. 4. Bele sarılıp bağlanan şeyleri başkasının beline bağlamak.
sarmak (-i) 1. Çevresini çevirmek, çepeçevre dolanmak, çevrelemek. 2. Kuşatmak, çevirmek, ihata etmek:
Ordu düşmanı sardı. 3. Dolayında yer almak. 4. Yayılıp etkisi altına almak, kaplamak:
"Kültür düşüklüğündeki çöküş, yaygın bir hastalık gibi sarar toplumu." -N. Cumalı. 5. Örtmek. 6. Kucaklamak. 7. Yumak yapmak:
İpliği sarmak. 8. Şerit, ip vb. şeyler dolaşmak. 9. Kâğıt veya bir bitki yaprağıyla dürmek:
"Dolma sarıyorum diye yaprağı parmağıma doladım." -H. R. Gürpınar.
"Sardığı sigarayı tabakasına yerleştiriyor." -T. Buğra. 10.
(-e) Sarılıp tırmanmak:
Asma çardağı sardı. 11.
(-i, -e) Bir şeyi başka bir şeyin içine koyup onunla kaplamak:
Kitabı kâğıda sarmak. 12. Taşıt tırmanmak, yükseğe doğru çıkmak. 13. Saldırmak, hücum etmek:
"Faik Efendi biliyordu ki saracaklar hem de fena saracaklar." -M. Ş. Esendal. 14. Bir görev veya işin yerine getirilmesini başkasına yüklemek. 15.
mec. Sözle saldırmak, tedirgin etmek:
Evdekilerin hepsi bana sarıyor. 16.
mec. Hoşuna gitmek, zevkini okşamak:
"Bu canlılık, insanı on yıl önce görmüş olduğum muhteşem yazdan daha başka türlü sarıyordu." -A. H. Tanpınar.