sınır is. 1. İki komşu devletin topraklarını birbirinden ayıran çizgi, hudut. 2. Komşu il, ilçe, köy veya kişilerin topraklarını birbirinden ayıran çizgi. 3. Bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi, uç:
Bataklığın sınırı. Ormanın sınırı. 4. Bir şeyin nicelik bakımından inebileceği veya çıkabileceği en alt ve en üst sınır, limit. 5.
mat. Değişken bir büyüklüğün istenildiği kadar yaklaşabildiği durağan büyüklük, limit. 6.
mec. Uç, son.
son sf. 1. Şimdiki zamana en yakın zamandan beri olan veya bu zamanda yapılmış, olmuş olan, ilk karşıtı:
"Gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu." -P. Safa. 2. En arkada bulunan:
Son vagon. 3. Artık ondan ötesi veya başkası olmayan:
"Son atlıkarıncayı Kadırga meydanında birkaç yıl evvel görmüştüm." -H. A. Yücel. 4.
is. Uç, sınır. 5. Olanca:
"Son kuvvetiyle: Ya Ali! diye bağırdı." -M. Ş. Esendal. 6.
is. Bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi, nihayet, akıbet:
Kışın sonu. Bu yolun sonu. 7.
is. mec. Ölüm. 8.
is. anat. Döl eşi.
uç is. 1. Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası:
"Bu resmin iki gözü bir makasın ucu ile oyulmuştu." -A. Gündüz. 2. Bir şeyin baş veya son noktası. 3. Bir şeyin kenarı:
"Kırk kişilik bir masanın bir ucunda, üç kişiyiz." -R. H. Karay. 4. Dış kenar, periferi. 5. Bir uzaklığın son noktası:
"İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor." -F. R. Atay. 6. Bir şeyin başı, tepesi. 7.
sf. Bir şeye gereğinden çok fazla bağlanan, önem veren, ekstrem. 8.
tar. Türk devletlerinde genellikle sınır boylarındaki eyalet ve sancak.