akıbet is. (a:kıbet) 1. Bir iş veya durumun sonu, sonuç:
"Diğerlerinin akıbetlerini bilmiyorum." -İ. O. Anar. 2.
zf. Sonunda, önünde sonunda:
Akıbet, iş düzelecek. döl eşi is. anat. Memelilerde ana ile dölüt arasında kan alıp verme işini sağlayan organ, son, eş, meşime, etene, plasenta.
nihayet is. (niha:yet) 1. Son:
"Ben nihayete doğru yanımdaki çocuğu dürterek kalktım." -Ö. Seyfettin. 2.
zf. (ni'ha:yet) Sonunda:
"Nihayet duam kabul olundu, önümde hiçbir hicap kalmadı, hakikat bana olduğu gibi tecelli etti." -N. F. Kısakürek. 3.
zf. -den başka bir şey değil:
"Ama bu, nihayet bir nüktedir." -Y. Z. Ortaç.
ölüm is. 1. Bir insan, bir hayvan veya bitkide hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi, ahiret yolculuğu, emrihak, irtihal, memat, mevt, vefat:
"Çenesinde babamın ölüm günü gördüğüm asabi buruşmalar var." -Y. Z. Ortaç. 2. Ölme biçimi:
Yanarak ölümü, feciydi. 3. İdam cezası:
Ölüme mahkûm oldu. 4.
ünl. Ölmesi istenen canlı için kullanılan bir söz:
Zalimlere ölüm! 5.
mec. Sona erme, yok olma, ortadan kalkma:
Küçük sanayinin ölümü. 6.
mec. Çok büyük sıkıntı, üzüntü:
"Sürgün benim için ölüm gibi bir şey olmuştu." -R. N. Güntekin.
sınır is. 1. İki komşu devletin topraklarını birbirinden ayıran çizgi, hudut. 2. Komşu il, ilçe, köy veya kişilerin topraklarını birbirinden ayıran çizgi. 3. Bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi, uç:
Bataklığın sınırı. Ormanın sınırı. 4. Bir şeyin nicelik bakımından inebileceği veya çıkabileceği en alt ve en üst sınır, limit. 5.
mat. Değişken bir büyüklüğün istenildiği kadar yaklaşabildiği durağan büyüklük, limit. 6.
mec. Uç, son.
uç is. 1. Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası:
"Bu resmin iki gözü bir makasın ucu ile oyulmuştu." -A. Gündüz. 2. Bir şeyin baş veya son noktası. 3. Bir şeyin kenarı:
"Kırk kişilik bir masanın bir ucunda, üç kişiyiz." -R. H. Karay. 4. Dış kenar, periferi. 5. Bir uzaklığın son noktası:
"İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor." -F. R. Atay. 6. Bir şeyin başı, tepesi. 7.
sf. Bir şeye gereğinden çok fazla bağlanan, önem veren, ekstrem. 8.
tar. Türk devletlerinde genellikle sınır boylarındaki eyalet ve sancak.