kabız is. 1. Dışkının katılığı yüzünden büyük abdest bozamama veya güçlükle bozma durumu, peklik, kabızlık, ishal karşıtı:
"Kabızdan helak olma derecesine geldim." -N. F. Kısakürek. 2. Azrail tarafından ruh teslim alınma, ölme. 3.
esk. Alma. 4.
esk. Kavrama, el ile tutma.
keder is. Acı, üzüntü, dert, sıkıntı, ızdırap, tasa:
"Ya hasta yahut bir kederi var." -H. E. Adıvar.
sıkıntı is. 1. İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik vb. sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk, cefa, eziyet:
"İçinin sıkıntısını mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı." -P. Safa. 2. Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, mihnet:
"Sıkıntı ve ızdırapla sağa sola döndüm." -A. Gündüz. 3. Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı:
"İhtiyarın bir para sıkıntısı içinde olduğunu o söylemeden ben keşfetmiştim." -S. F. Abasıyanık. 4. Bulunmama durumu:
"Yüklü servetini cömertçe harcamaması nedeniyle piyasada para sıkıntısı baş gösterdi." -İ. O. Anar. 5.
mec. Sorun, mesele, sendrom, problem:
"Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu." -B. Felek.