acı is. 1. Bazı maddelerin dilde bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı:
Acıyı sever. 2.
sf. Tadı bu nitelikte olan:
"Acı kahvesini yudumluyordu." -T. Buğra. 3. Herhangi bir dış etken dolayısıyla duyulan rahatsızlık, ızdırap:
"Omuzlarına kadar vücudun derisini haşlayan bayıltıcı yanma acısı ve dehşeti çok sürmedi." -P. Safa. 4.
mec. Ölüm, yangın, deprem vb. olayların yarattığı üzüntü, keder, elem:
"İnsan, ölümün acısını en çok günün iki uzak saatinde hissetmektedir." -Y. Z. Ortaç. 5.
sf. Çarpıcı, göz alıcı (renk):
"Sıcak iklimlerde bu mevsim tek renktedir, sadece acı yeşildir." -R. H. Karay. 6.
sf. mec. Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli:
"Acı poyraz kuvvetle esiyordu." -O. Kemal. 7.
sf. mec. Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, kötü.
dert is. 1. Üzüntü:
"Gündüz ya bir yere sokulup uyur ya sessiz sedasız sokaklarda dolaşır. Fakat akşam oldu mu derdi teper." -H. E. Adıvar. 2. Hastalık:
"Hastayım derdime verem diyorlar." -F. N. Çamlıbel. 3. Ağrı. 4.
mec. Sorun, kaygı:
"Ne var ki dert evin satılması ile bitmeyecekti." -T. Buğra. 5.
hlk. Ur:
Boynunda dert çıkmış. ızdırap is. (ızdıra:bı) 1. Acı. 2.
mec. Üzüntü, sıkıntı, keder:
"İyi bir şoför her çeşit ızdıraba katlanmalıdır." -A. Gündüz.
sıkıntı is. 1. İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik vb. sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk, cefa, eziyet:
"İçinin sıkıntısını mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı." -P. Safa. 2. Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, mihnet:
"Sıkıntı ve ızdırapla sağa sola döndüm." -A. Gündüz. 3. Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı:
"İhtiyarın bir para sıkıntısı içinde olduğunu o söylemeden ben keşfetmiştim." -S. F. Abasıyanık. 4. Bulunmama durumu:
"Yüklü servetini cömertçe harcamaması nedeniyle piyasada para sıkıntısı baş gösterdi." -İ. O. Anar. 5.
mec. Sorun, mesele, sendrom, problem:
"Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu." -B. Felek.
tasa is. 1. Üzüntülü düşünce durumu, kaygı, endişe, gam:
"Gazeteleriniz sürüm tasasına kapıldılar mı hemen İstanbul'un nabzını tutarlar." -F. R. Atay. 2.
ruh b. Tatmin edici olmayan veya tedirgin eden durumların ortaya çıkmasını önleyebilmede, güvensizlik içinde bulunulduğunda duyulan tedirgin edici duygu.
üzüntü is. Olması istenilmeyen olaylardan doğan ruh tedirginliği, teessür:
"Sesinde bir üzüntü hatta bir sitem sezdim." -A. Gündüz.