cebir(I)
is. esk. Zor, zorlayış.
cebir(II)
is. mat. esk. Artı ve eksi gerçek sayılarla, bunların yerini tutan harfler yardımıyla nicelikler arasında genel bağlantılar kuran matematik kolu:
Bilinen en eski cebir kitabı, Harezm Türklerinden Musa oğlu Mehmet'in 830 yılında yazılan eseridir. erk is. 1. Bir işi yapabilme gücü, kudret, iktidar. 2.
mec. Sözü geçerlik, istediğini yaptırabilme gücü, nüfuz. 3.
top. b. Bir bireyin, bir toplumun, başka birey, küme veya toplumları egemenliği, baskısı ve denetimi altına alma, hürriyetlerine karışma ve onları belli biçimlerde davranmaya zorlama yetkisi veya yeteneği.
güç(I)
sf. 1. Ağır ve yorucu emekle yapılan, çetin, müşkül, efor, kolay karşıtı:
Eski yazıyı öğrenmek güç bir işti. 2.
zf. Zorlukla:
"Kendini yatağa güç atmış ve sızıp kalmıştı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
güç(II)
is. 1. Fizik, düşünce ve ahlak yönünden bir etki yapabilme veya bir etkiye direnebilme yeteneği, kuvvet:
Zihin gücü. Yaşama gücü. 2. Bir olaya yol açan her türlü hareket, kuvvet, takat. 3. Sınırsız, mutlak nitelik:
Tanrı'nın gücü. 4. Büyük etkinliği ve önemi olan nitelik:
Paranın gücü. 5. Bir cihazın, bir mekanizmanın iş yapabilme niteliği:
Motorun gücü. 6. Siyasi, ekonomik, askerî vb. bakımlardan etki ve önemi büyük olan devlet, devletler toluluğu:
Güçler dengesi. 7. Bir ulus, bir ordu vb.nin ekonomik, endüstriyel ve askerî potansiyeli:
İnsan gücü. 8. Bir toprağın verimlilik yeteneği. 9.
mec. Yeterliliğini ve güvenilirliğini kanıtlamış kimse. 10.
coğ. Bir akarsuyun aşındırma ve taşıma yeteneği. 11.
fiz. Birim zamanda yapılan iş.
nüfuz is. (nüfu:zu) 1. İçine geçme. 2.
mec. Söz geçirme, güçlü olma, erk:
"Birbirlerinin servetlerini, nüfuzlarını, rütbelerini, kabiliyetlerini bilirlerdi." -A. Ş. Hisar.
şiddet is. 1. Bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik. 2. Hız. 3. Bir hareketten doğan güç:
Rüzgârın şiddeti. 4. Karşıt görüşte olanlara, kendilerini kabul ettirme, inandırma veya uzlaştırma yerine kaba kuvvet kullanma. 5.
mec. Kaba güç. 6.
mec. Duygu veya davranışta aşırılık:
"Sesinin tonunda siteminin şiddetini azaltan bir yumuşama vardı." -N. Cumalı.
takat is. (ta:kat) Bir şeyi yapabilme, başarabilme gücü, güç, hâl, derman, kuvvet:
"Hareket edebilecek ne vasıtamız ne takatimiz vardı." -A. Gündüz.
yetke is. 1. Otorite:
"Saçmalama özgürlüğüme hiç kimsenin, hiçbir yetkenin karışamayacağına sevindim." -T. Uyar. 2. Yeterliğine herkesi inandırarak bir kimsenin kendisine sağladığı itaat ve güven, otorite, sulta, velayet.
zor is. 1. Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık:
"Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm." -R. N. Güntekin. 2. Yüküm, mecburiyet:
"Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu." -N. Cumalı. 3. Baskı:
"Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi." -M. Ş. Esendal. 4.
sf. Sıkıntı veya güçlükle yapılan, kolay karşıtı:
"Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir." -B. Felek. 5.
zf. Güçlükle, zorla:
"El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı." -H. Taner. 6.
ünl. "Yapamazsın" anlamında kullanılan bir söz.