baskı is. 1. Bir eserin basılış biçimi veya durumu, print:
"Baskı yanlışlıkları yüzünden kapatılan gazeteler vardı." -A. Ş. Hisar. 2. Bası sayısı:
Bu gazetenin baskısı yüz bindir. 3. Bir eserin tekrarlanarak yapılan baskı işlemlerinden her biri, edisyon:
Sözlüğün yeni baskısı. 4. Giysinin içine kıvrılıp dikilen kenarı:
Etek baskısı. 5. Hak ve özgürlükleri kısıtlayarak zor altında bulundurma durumu, tahakküm:
"Politik baskıların yanı sıra daha başka yasaklara da bağlıydık." -N. Cumalı. 6. Bir maddeyi sıkıp ezen alet, pres. 7.
sp. Top oyunlarında karşı takım oyuncusunun hareketini ve sonuç almasını engellemek amacıyla uygulanan yakın savunma durumu, pres. 8.
ruh b. Belirli ruhsal etkinlik ve süreçleri, kişinin isteği dışında bilinçaltına itmesi veya bu itilenlerin bilince çıkmasını önleme durumu.
güçlük is. 1. Zorluk. 2. Ağır ve yorucu emek, zahmet, meşakkat:
"Bir kere güçlük, ev bulmak ve eşya taşımak derdiyle başlar." -B. Felek. 3. Engel, pürüz:
"Güçlüklere bir başına da olsa karşı koyan insan, kuvvetli insan olmalı." -O. V. Kanık.
güçlükle zf. (güçlü'kle) Kolay olmayan bir biçimde, zar zor:
"Pazartesi gecesi celepleri güçlükle savdı." -Y. Atılgan.
mecburiyet is. (mecbu:riyet) 1. Zorunluluk:
"Ayağımızı yorganımıza göre uzatmak mecburiyetindeyiz." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Yükümlülük.
rahatsızlık is. 1. Rahatsız olma durumu, tedirginlik:
"Bununla beraber, içimde bir rahatsızlık var, unutulmaktan korkuyorum." -H. E. Adıvar. 2.
mec. Hastalık.
sıkıntı is. 1. İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik vb. sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk, cefa, eziyet:
"İçinin sıkıntısını mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı." -P. Safa. 2. Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, mihnet:
"Sıkıntı ve ızdırapla sağa sola döndüm." -A. Gündüz. 3. Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı:
"İhtiyarın bir para sıkıntısı içinde olduğunu o söylemeden ben keşfetmiştim." -S. F. Abasıyanık. 4. Bulunmama durumu:
"Yüklü servetini cömertçe harcamaması nedeniyle piyasada para sıkıntısı baş gösterdi." -İ. O. Anar. 5.
mec. Sorun, mesele, sendrom, problem:
"Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu." -B. Felek.
yüküm is. Yükümlülük:
Vergi yükümü yasayla konulur. zorla zf. (zo'rla) 1. Zor kullanarak, cebren, zecren, metazori:
"Ekrem'i zorla yatıştırıp bizim eve götürdüm." -A. Ümit. 2. İstemeyerek, isteksiz olarak, zoraki:
"Adama beş lira verdik, zorla başımızdan savdık." -B. Felek.