çetin sf. Amaçlanan duruma getirilmesi, elde edilmesi, çözümlenmesi, işlenmesi güç veya engeli çok olan, zor, müşkül:
"Mühendislerin ayakları doğayı yokluyordu, onunla daha çetin bir savaşa hazırlanıyorlardı." -A. Ağaoğlu.
engel is. 1. Bir şeyin gerçekleşmesini önleyen sebep, mâni, mahzur, müşkül, pürüz, mânia, handikap:
"Seçme ve aracılık işlevini yerine getiren dünyanın önünde ise öyle aşılması güç engeller yok gibi." -A. Ağaoğlu. 2. Hemzemin geçitlerde kara yolu güvenliğini sağlamak için kullanılan açılır kapanır düzenek, bariyer. 3. Herhangi bir yolu kapamak için konulan nesne, bariyer. 4. Kara yollarının kenarlarına yapılan korkuluk, bariyer. 5.
sp. Engelli koşularda, her yarışçının üzerinden atlaması gereken tahta düzenek, bariyer.
güç(I)
sf. 1. Ağır ve yorucu emekle yapılan, çetin, müşkül, efor, kolay karşıtı:
Eski yazıyı öğrenmek güç bir işti. 2.
zf. Zorlukla:
"Kendini yatağa güç atmış ve sızıp kalmıştı." -Y. K. Karaosmanoğlu.
güç(II)
is. 1. Fizik, düşünce ve ahlak yönünden bir etki yapabilme veya bir etkiye direnebilme yeteneği, kuvvet:
Zihin gücü. Yaşama gücü. 2. Bir olaya yol açan her türlü hareket, kuvvet, takat. 3. Sınırsız, mutlak nitelik:
Tanrı'nın gücü. 4. Büyük etkinliği ve önemi olan nitelik:
Paranın gücü. 5. Bir cihazın, bir mekanizmanın iş yapabilme niteliği:
Motorun gücü. 6. Siyasi, ekonomik, askerî vb. bakımlardan etki ve önemi büyük olan devlet, devletler toluluğu:
Güçler dengesi. 7. Bir ulus, bir ordu vb.nin ekonomik, endüstriyel ve askerî potansiyeli:
İnsan gücü. 8. Bir toprağın verimlilik yeteneği. 9.
mec. Yeterliliğini ve güvenilirliğini kanıtlamış kimse. 10.
coğ. Bir akarsuyun aşındırma ve taşıma yeteneği. 11.
fiz. Birim zamanda yapılan iş.
güçlük is. 1. Zorluk. 2. Ağır ve yorucu emek, zahmet, meşakkat:
"Bir kere güçlük, ev bulmak ve eşya taşımak derdiyle başlar." -B. Felek. 3. Engel, pürüz:
"Güçlüklere bir başına da olsa karşı koyan insan, kuvvetli insan olmalı." -O. V. Kanık.
zor is. 1. Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık:
"Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm." -R. N. Güntekin. 2. Yüküm, mecburiyet:
"Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu." -N. Cumalı. 3. Baskı:
"Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi." -M. Ş. Esendal. 4.
sf. Sıkıntı veya güçlükle yapılan, kolay karşıtı:
"Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir." -B. Felek. 5.
zf. Güçlükle, zorla:
"El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı." -H. Taner. 6.
ünl. "Yapamazsın" anlamında kullanılan bir söz.
zorluk is. Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük, zahmet:
"Seyfi, zorluk karşısında kalırsa birini yakalayıp silah atmadan buraya dönecek." -S. Kocagöz.