sıkıştırmak (-i) 1. Bir şeyi dar bir yere zorla sığdırmak, tıkmak:
"Bilet kutusunu koltuğunun altına sıkıştırmış, elleri ceplerinde bir otobüs biletçisi geçti." -N. Cumalı. 2. Bir nesneyi sıkıca duracak biçimde bir yere koymak, yerleştirmek veya orada tutmak. 3. Gevşek veya seyrek olan şeyleri birbirine yaklaştırarak sıkı duruma getirmek:
"İstanbul tren yahut vapurunda hele bir kimseyi biraz sıkıştırın, hemen çarpılır, çay semaveri gibi oturduğu yerde fıkır fıkır kaynamaya başlar." -R. N. Güntekin. 4. Bir şeyin sıkışmasına, kısılmasına, ezilmesine sebep olmak:
Parmağını pencereye sıkıştırmak. 5. Ansızın, gizlice ve karşısındakinin isteyip istemediğine bakmadan bir şeyi vermek, tutuşturmak:
"Eline dolu bir kadeh sıkıştırdılar." -R. H. Karay. 6. Kaçmayacak biçimde çembere almak, kıstırmak:
"Anlattığına göre Niğde yakınlarındaki köylerden birinde imiş, sıkıştırmışlar. Jandarmalarla vuruşmuş." -M. Ş. Esendal. 7.
mec. Zorlamak:
"Kocakarı odadan çıktıkça ben Nuri'yi sıkıştırıyorum." -H. R. Gürpınar. 8.
argo Sarkıntılık etmek.
zorlamak (-i) 1. Birine bir şey yaptırmak amacıyla güç kullanmak, boyun eğdirmeye çalışmak, zor kullanmak, mecbur etmek:
"Bir realite hissi ile değil, bir tarih hissi ile kendimizi zorluyorduk." -F. R. Atay. 2. Açılması, kırılması, sökülmesi gereken şeyler için güç kullanmak:
Gece kapıyı zorlamışlar. 3.
(nsz) Üstelemek, ısrar etmek:
"Bütün köylü zorladı da bu sefer izin alabildi." -Ö. Seyfettin.