bozuk(I)
is. 1. Madenî para, bozuk para:
"Hiç olmazsa birkaç kuruş bozuk ver!" -M. Ş. Esendal. 2.
sf. Bozulmuş olan:
"Daracık ve bozuk kaldırımlardan çamurlu sular akıyordu." -T. Buğra. 3.
sf. Görevini yapamaz duruma gelmiş (organ):
"Ağzındaki birkaç bozuk dişten şüphe ettim." -R. N. Güntekin. 4.
sf. mec. Kötümser, gergin, huzursuz, karışık:
"Bozgun sırasında Ankara'da meclisin havası pek bozuktu." -F. R. Atay. 5.
sf. mec. Kızgın, sıkıntılı:
"Süleyman'ı adada yüzü o kadar bozuk ve korkunç buldu ki." -H. E. Adıvar.
bozuk(II)
is. müz. Türk halk müziğinde, bağlamadan biraz büyük ve meydan sazından küçük dokuz telli bir saz.
çarpık sf. 1. Düzgünlüğünü yitirerek eğrilmiş, doğru karşıtı:
"İyice kararmış çarpık bir tahta kapı aralık duruyordu." -Ç. Altan. 2.
mec. Kötü:
"Böylesi anlarda, diziyi çarpık bir nazarla takip etmekten geri duramıyor." -E. Şafak. 3. Gerektiği gibi olmayan, düzgün olmayan. 4.
zf. mec. Aksi, ters, huysuz bir biçimde:
"Nedense Makbule, bu davetten çarpık dönüyordu." -R. N. Güntekin.