gürültü is. 1. Aralarında uyum bulunmayan düzensiz seslerin bütünü, patırtı, şamata:
"Gemi baş döndüren bir gürültüyle indi sulara." -Ç. Altan. 2.
mec. Birçok kişinin karıştığı kavga, karışıklık veya tartışma:
İşçiler arasındaki gürültü. patırtı is. 1. Pat pat çıkan sesin adı:
"Dışarıdan akseden birtakım motosiklet patırtılarıyla ikimiz birden yerimizden fırlayıp merdiven başına koştuk." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. Herhangi bir biçimde veya ayakları yere kuvvetle basarak yürüme sonucu çıkan gürültü. 3. Gürültülü çatışma, arbede:
"Bütün bu patırtının içinde, arkadaşıma bir sokak başında rastladım." -S. F. Abasıyanık.
sıkıntı is. 1. İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik vb. sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk, cefa, eziyet:
"İçinin sıkıntısını mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı." -P. Safa. 2. Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, mihnet:
"Sıkıntı ve ızdırapla sağa sola döndüm." -A. Gündüz. 3. Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı:
"İhtiyarın bir para sıkıntısı içinde olduğunu o söylemeden ben keşfetmiştim." -S. F. Abasıyanık. 4. Bulunmama durumu:
"Yüklü servetini cömertçe harcamaması nedeniyle piyasada para sıkıntısı baş gösterdi." -İ. O. Anar. 5.
mec. Sorun, mesele, sendrom, problem:
"Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu." -B. Felek.
telaş is. (tela:şı, l ince okunur) 1. Herhangi bir sebeple acelecilik:
"Atatürk'ün gelişini göremedik ama koridordaki telaştan meseleyi anladık." -H. Taner. 2. Kaygı, tasa, sıkıntı, endişe:
"Ben geçerken onun telaşı, sizi dürtmesi gözümden kaçmadı." -H. E. Adıvar. 3. Şaşkınlıktan doğan karışıklık, kargaşa:
"O günü vapurda bulunup da hanımların telaşını görseydiniz." -R. N. Güntekin.