dip is. 1. Oyuk veya çukur bir şeyin en alt bölümü:
"Denizin dibinde oltanın ucu, etrafında izmaritler oynaşıyor." -A. Ümit. 2. Taban:
Tencerenin dibi. 3. Dikili duran bir şeyin yerle birleştiği nokta ve çevresi veya bir şeyin yanı başı:
"Erkeklerin hepsi duvar dibindeydiler şimdi." -A. Kulin. 4. Kapalı bir yerin kapıya göre en uzak bölümü:
"Karagöz perdesinin karşısına dizilmiş koltuklardan en diptekine oturdu." -A. İlhan. 5.
hlk. Arka, kıç:
"Hepsi de tavuğun dibinden sabah sabah çıkmış, taptazedir." -E. E. Talu.
yoğun sf. 1. Hacmine oranla ağırlığı çok olan, kesif. 2. Koyu, kalın:
Yoğun bir sis. 3. Etkisi güçlü olan, ağır (koku vb.):
"Puslu havaya yoğun bir kükürt kokusu sinmiş." -A. Ağaoğlu. 4.
mec. Artmış, çoğalmış bir durumda olan:
O bölgede nüfus yoğundur. 5.
mec. Dolu, sıkı, sıkışık, çok. 6.
mec. Şişman, iri, tombul:
"İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..." -A. İlhan. 7.
hlk. Kaba, kalın, iri (elek, iğne).