korkmak (nsz) 1. Korku duymak, ürkmek, dehşete kapılmak:
"Karanlık yerde insan korkmaz mıydı?" -S. F. Abasıyanık. 2. Kaygı duymak, endişe etmek:
"Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak." -M. A. Ersoy. 3. Çekinmek, sakınmak, saygı duymak:
"Sabaha karşı aşağı indi, aralık kapıdan korka korka babasına baktı." -R. N. Güntekin. 4. Yapamamak, cesaret edememek.
oynamak (nsz) 1. Vakit geçirme, eğlenme, oyalanma vb. amaçlarla bir şeyle uğraşmak:
"Çimenler üzerinde çocuklar oynuyor, kuzular otluyor." -H. R. Gürpınar. 2. Herhangi bir tutku, ilgi vb. sebeple bir şeye kendini vermek:
"Babalar çocuklarının yanında rakı içer, kumar oynarsa çocuklar da ayyaş ... olurlar." -B. Felek. 3. Kımıldamak, hareket etmek. 4.
(-le) Bir şeyi sürekli evirip çevirmek veya sürekli olarak ona dokunmak. 5. Bir film, oyun vb.nde rol almak:
"Bütün rolleri, şahısların sesleri, tavırları, mimikleriyle tek başına oynamıştı." -Y. Z. Ortaç. 6. Film gösterilmek:
Bu akşam televizyonda hangi film oynuyor? 7. Tiyatro eseri sahneye konmak:
"Birisi dedi ki bu iki perdelik bir oyun imiş, bitince ötekini oynayacaklarmış." -M. Ş. Esendal. 8. Eşyanın herhangi bir parçası kımıldamak, hareket etmek:
"Birdenbire apartman kapısının oynadığını hissettim." -P. Safa. 9. Sarsılmak, yeri değişmek:
Depremde yapı oynadı. 10. Sporla ilgili çalışmalara katılmak:
Tenis oynamak. 11. Müziğin gerektirdiği uyumlu hareketleri yapmak:
"Ne oynadığı gazinonun ismini söyledi ne de danslarından bahsetti." -R. H. Karay. 12. Büyük bir ustalık, beceri ve kolaylıkla bir işi yapmak:
"Borsada istediği gibi oynuyordu fiyatlarla." -N. Cumalı. 13. Değişiklik göstermek:
Bunların fiyatı iki bin ile üç bin lira arasında oynar. 14.
(-le) Tehlikeye düşürmek:
Benim sağlığımla oynama. 15. Oyalanmak, gereği gibi yapmamak, boşuna vakit geçirmek. 16.
(-le) mec. Rastgele yön vermek, aldatmak:
Talih bizimle oynuyor. 17.
(-le) mec. Herhangi birine karşı önemsemeyici davranışlarda bulunmak:
Koca adamla oynamaya utanmıyor musun? 18.
mec. Tedirgin etmek, rahatsız edici davranışta bulunmak. 19.
mec. Değiştirmek, bozmak, tahrif etmek:
Muhasebeci hesaplarla oynamış. sallanmak (nsz) 1. Bağlı bulunduğu yerde gevşek duruma gelip yerinden oynamak, kımıldamak:
Dişi sallanıyor. 2. Bir şey belli noktasından bir yere bağlı kalmak şartıyla, o noktanın iki tarafına aynı doğrultuda ve sürekli olarak gidip gelmek:
"Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol." -Y. K. Beyatlı. 3. Salıncak, hamak vb.nde kendini sallamak. 4. Güçlü bir biçimde sarsılmak, titremek:
"Yere çivilenmiş koca masayı sarsarken oda bir salıncak gibi sallanıyor." -S. F. Abasıyanık. 5.
mec. Vaktini boş ve yararsız işlerle uğraşarak geçirmek, oyalanmak, savsaklanmak. 6.
mec. Makamından veya bulunduğu durumdan uzaklaşmak, yerini bir başkasına bırakmak tehlikesiyle karşılaşmak.