Sözce'de sorgulama yapmak için bir kelime girin

doğru ne demek?

 - 8 sözlük, 10 sonuç.

BSTS / Felsefe Terimleri Sözlüğü

doğru anlamı İng. true Lat.verus Alm. wahr, richtig Fr. vrai
1- Gerçeğe uygun olan. 2- (Mantıkta) Düşünme yasalarına uygun olan.

BSTS / Geometri

Doğru anlamı
bakınız» Doğru çizgi.

BSTS / Mantık Terimleri Sözlüğü

doğru anlamı İng. true, truth Osm.hakikat Alm. wahr, das Wahre Fr. vrai, le vrai
Sözeden dildeki 'doğrudur' birli yükleminin içlemi olan doğru olma özelliği. || Doğruluk çizelgelerinde geçen D ya da 1 simgesi, bu özelliğin sözeden dildeki adıdır. Krş.. doğruluk değeri, yanlış.

BSTS / Matematik Terimleri Sözlüğü

doğru anlamı İng. line, straight line, straight Osm. müstakim Lat.lined Alm. Gerade, gerade Linie Fr. ligne droite, droite
1 - Düzlemde dikdörtgenel konaçlara göre denklemi, (…)olmak üzere (…)olan düzlemsel eğri. Anlamdaş. çizgi. 2 - (…)durgan bir nokta ve (…)olmak üzere, denklemi (…)olan eğri. Anlamdaş. çizgi.
doğru anlamı
açı bakınız» düz açı.
doğru anlamı İng. straight line Alm. gerade Linie Fr. ligne droite AZ. düz xatt
Oklid geometrisinin ilk (tanımsız) kavramlarından biri.

BSTS / Toplumbilim Terimleri

doğru anlamı İng. truth Osm. hakikat Fr. vérité
Gerçekliğin, düşüncede gerçeğe uygun biçimde yansıması.

Güncel Türkçe Sözlük

doğru anlamı
sf. 1. Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı. 2. Gerçek, yalan olmayan: Doğru haber. 3. Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun: "Bunları sana şimdiden söylemek daha doğrudur." -A. Gündüz. 4. is. Gerçek, hakikat: "Söyleyin doğrusunu, siz insanoğlunun ahlaklı olabileceğine inanmıyorsunuz." -N. Ataç. 5. is. mat. İki nokta arasındaki en kısa çizgi: İki noktadan yalnız bir doğru geçebilir. 6. zf. Yanlışsız, eksiksiz bir biçimde: Çocuk doğru okudu. 7. zf. Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca. 8. zf. Yakın, yakınlarında: "Şafağa doğru otomobil sesi duyuldu." -F. R. Atay. 9. e. Karşı yönünce: "Börekçi fırınının karşısındaki dört köşe taşlar döşeli, iki yanı ağaçlı yoldan çarşıya doğru yürüyordu." -Y. Atılgan. 10. mec. Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu.

Kişi Adları Sözlüğü

Doğru anlamı Köken: T.
Cinsiyet: Erkek
1. Gerçek, yalan olmayan. 2. Akla, mantığa uygun. 3. Dürüst, namuslu, ahlaklı.

Türkçe - İngilizce

doğru anlamı
zarf
1) right
2) true
3) through
4) straight
5) aright
6) due
7) thru
8) thro
9) according to Cocker
10) according to Hoyle
sıfat
1) correct
2) right
3) true
4) accurate
5) proper
6) direct
7) straight
8) righteous
9) exact
10) fair
11) truthful
12) just
13) honest
14) authentic
15) faithful
16) sincere
17) orthodox
18) square
19) upstanding
20) guileless
21) above-board
22) spot-on
isim
1) the right
2) the truth
3) straight line
4) the thing
5) cheese
edat
1) for
bağlaç
1) up to
kelime öbeği
1) straight as a die
ön ek
1) ortho-

doğru eş anlamlısı

gerçek
is. 1. Yalan olmayan, doğru olan şey, hakikat. 2. Gerçeklik: "Her hâlde o gün imparatorluğun ölümü apaçık bir gerçekti." -H. E. Adıvar. 3. Doğruluk: "Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa duygu payı da ondan az değildir." -B. Felek. 4. sf. Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan, hakiki, reel: Kâğıt paranın saymaca değeri varsa da gerçek değeri yoktur. 5. sf. Aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici: Gerçek elmas. Gerçek hikâye. 6. sf. Temel, başlıca, asıl: "Bir kişinin ahlaklı olması için, o benim dediğim gerçek ahlaka erişebilmesi için bir iç âlemi olmalıdır." -N. Ataç. 7. sf. Doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan: Bu peyzajdaki çiçekler son derece gerçek. 8. sf. Yapay olmayan. 9. sf. fel. Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan.
hakikat
is. (haki:kat) 1. Gerçek: "Fakat ben başka bir şey yapacağım, bir şey ki bütün hakikatleri önüme serecek." -R. H. Karay. 2. Gerçeklik. 3. zf. Gerçekten: "Beni oyaladı lakin hakikat adamakıllı içerlemiş." -M. Ş. Esendal.
namuslu
sf. 1. Ahlak kurallarına uygun olarak davranan, namuskâr: "Benim babam namuslu bir vatanperverdi." -A. Gündüz. 2. tkz. Olması gerektiği gibi: "Sallanma, git bana namuslu bir kahve pişir." -M. Ş. Esendal.
yakın
sf. 1. Az bir ara ile ayrılmış olan (zaman veya yer), uzak karşıtı. 2. Küçük, önemsiz değişikliklerle birbirinden ayrılan: Buna yakın bir söz söyledi. 3. Aralarında sıkı ilgi bulunan: "Her birinin muhakkak bir yakın arkadaşı vardır." -E. Şafak. 4. Benzeyen, andıran, yaklaşan: "Beş dönüme yakın bahçesi bir ormanı andırırdı." -Ö. Seyfettin. 5. Erişmesi, olması zaman bakımından yaklaşmış olan: "Elli yaşında adam, ellisine yakın kadın..." -S. F. Abasıyanık. 6. is. Uzak olmayan yer: Yakınımızda otururlar. 7. is. Aralarında sıkı ilişki olan arkadaş, dost veya akraba: "Türkçe konuştuğu için bana kendi yakınlarımızdan biri hissini veren yaşlı garson yanımıza geldi." -Y. K. Karaosmanoğlu.
yasa
is. 1. Olayların gidişinde olağan dışına yer vermeyen, değişmezlik ve mecburiyet gösteren kural: Doğa yasaları. 2. huk. Devletin yasama organları tarafından konulan ve uyulması gereken kurallar bütünü, kanun: "Buradaki yasaların yabancıların ev satın almalarına mâni olup olmadığını bilmiyordu henüz." -N. Uygur. 3. Bilimde çok sayıda deney ve gözlemden sonra, aynı şartlarda aynı sonuçları verdiği kesin olarak belirlenen durum: Yer çekimi yasası. Mendel yasaları. 4. Toplumsal hayat içinde kendiliğinden oluşan ve uyulması toplum içinde yaşamanın bir mecburiyeti olan alışkıların bütünü: Ahlak yasası. 5. fel. Düşüncenin mantıksal bir değeri olması için uyulması şart olan temel: Düşünme yasaları.

doğru zıt anlamlısı

çarpık
sf. 1. Düzgünlüğünü yitirerek eğrilmiş, doğru karşıtı: "İyice kararmış çarpık bir tahta kapı aralık duruyordu." -Ç. Altan. 2. mec. Kötü: "Böylesi anlarda, diziyi çarpık bir nazarla takip etmekten geri duramıyor." -E. Şafak. 3. Gerektiği gibi olmayan, düzgün olmayan. 4. zf. mec. Aksi, ters, huysuz bir biçimde: "Nedense Makbule, bu davetten çarpık dönüyordu." -R. N. Güntekin.
eğri
sf. 1. Doğru veya düz olmayan, bir noktasında yön değiştiren, çarpık, münhani, doğru karşıtı: Eğri bir yol. 2. Yay gibi kavislenmiş, eğmeçli, mukavves: Eğri kılıç. 3. Yatay veya düşey olmayan, bütünüyle bir yana eğilmiş bulunan, eğik, mail: Eğri bir masa. 4. zf. Yanlış bir biçimde: "Gazetecilik bu oğlum, eğri, doğru yazılıp çıkmalı." -M. Ş. Esendal. 5. is. Bir olayın şiddetindeki azalış ve çoğalışları gösteren çizgi: Sıcaklık eğrisi. Hava nemi eğrisi. 6. is. mat. Doğru veya düz olmayan çizgi, yüzey.

"doğru" için örnek kullanımlar

İşte bu nedenle "artık gazetelerin devri geçti" söylemi doğru değil.
For this reason, "is now obsolete newspapers" discourse is not true.
Kaynak: sabah.com.tr
Terim, adaleti de disiplini de genelde doğru dağıtır ve uygular.
The term also generally true justice, dispense and apply the discipline.
Kaynak: sabah.com.tr
Sona doğru hızlanmak ya da… *** Maçın başında şok bir gol.
Shock acceleration towards the end of a goal at the beginning of the match, or ... ***.
Kaynak: fotomac.com.tr
O metinleri doğru anlamak lazım'' ifadelerini kullandı.
He should understand the text correctly,'' he said.
Kaynak: aa.com.tr
Doğru, matematik te mantıksal bir değer. Matematik'te ne olduğu belli olmayan (tanımsız ) değerlerden biridir. Hakkında doğru veya doğru
Kaynak: Doğru (geometri)
Doğru akım (DA, DC ya da sürekli akım ) elektrik yüklerinin yüksek potansiyel den alçak olana doğru sabit olarak akmasıdır.
Kaynak: Doğru akım
Doğru parçası, geometri 'de bir doğru nun sınırlı iki ucu arasında kalan ve herbiri yanyana aynı doğrultuda olan noktalar kümesidir.
Kaynak: Doğru parçası
Matemetikte iki değişken arasında sabit bir çarpan olması haline doğru orantı veya kısaca orantı denilir. İki değişkenin çarpım
Kaynak: Orantı
Matematik te reel doğru veya reel sayı doğrusu, noktaları reel sayı olan bir doğrudur . Bu reel doğru, tüm R reel sayılarının kümesidir
Kaynak: Reel doğru
Vagonmedya.com
2009-2024 © Sözce hakları saklıdır.