cılız sf. 1. Çok zayıf ve güçsüz, eneze, nahif:
"Hanın sahibi cılız bir adamdı." -S. F. Abasıyanık. 2. Güçsüz, sönük (ışık). 3. İnce:
"Bir zamanlar asma köprünün bulunduğu yerde şimdi cılız bir halat vardı." -A. Kulin. 4. Basit, değersiz, önemsiz:
"Mimaride cılız eserler vücuda geliyordu." -B. Felek. 5.
zf. Güçsüz bir biçimde:
"Üçüncü kez aynı cümleyi söylüyordu ama şimdi çok daha cılız çıkmıştı sesi." -E. Şafak.
hastalıklı sf. Vücut direnci az olan, çabuk hastalanan, mariz:
"Doğuştan hastalıklı çocuklar, kardeşlerinin ve yaşıtlarının aksine, annelerine aittir yalnızca ve hep öyle kalırlar." -E. Şafak.
tutkun sf. 1. Gönül vermiş, meftun, meclup:
"Kapıda bekleşen tutkunlarından bir tanesinin arabasına atladığı gibi ortadan kayboluyordu." -E. E. Talu. 2. Bir şeye alışmış, bağlanmış, düşkün:
"Ben yine eskisi gibi tutkunum tiyatroya." -N. Cumalı.
vurgun is. 1. Kolayca ve haksız ele geçen kazanç. 2. Sıcak, soğuk, dolu vb. etkilerle ürünlerde görülen zarar:
Dolu vurgunu elma. 3. Çok derinlerdeki suyun basıncı dolayısıyla iki akıntı arasında sıkışıp kalma, düzenli hava alıp verememe, birden su yüzüne çıkma vb. durumlarda dalgıcın uğradığı inme veya ölüm. 4.
sf. Silahla yaralanmış olan. 5.
sf. mec. Birine veya bir şeye vurulmuş, bağlanmış, sevmiş olan, sevdalı, âşık:
"Onun da kendisine vurgun olduğuna gönülden inanmaktadır." -T. Buğra.
zayıf sf. 1. Eti, yağı az olan, sıska, cılız, arık (insan veya hayvan):
"Uzun boylu, zayıf, ellilik bir hanım." -S. M. Alus. 2. Görevini yapacak yeterli gücü olmayan:
Zayıf bir ordu. Gözleri zayıf. 3.
mec. Sağlamlığı, dayanıklılığı olmayan:
Zayıf bir yapı. 4.
mec. Önemli, güvenilir olmayan:
Zayıf bir bilgi. 5.
mec. Çok az:
Zayıf bir ihtimal. 6. Enerjisi, etkisi, yoğunluğu az olan:
Radyoda uzak bir istasyonun zayıf sesini duydu. Zayıf ışık. 7.
is. Başarısızlığı gösteren not. 8.
mec. Bilgi yönünden yeterli olmayan, yeteneksiz:
Zayıf bir öğretmen. 9.
mec. Kişilik ve ruhsal yönden gereği kadar güçlü olmayan:
"Zayıf ve uydurma bir âşık bu cevaba karşı perişan olurdu." -A. Gündüz.