dal(I)
is. 1. Ağacın gövdesinden ayrılan kollardan her biri:
"Cılız dallar, yeşili fersiz, tırnak kadar yapraklar!" -T. Buğra. 2. Branş. 3. Bir bilim alanının içinde yer alan ana bilim dalında alt alanı. 4.
biy. Canlıların bölümlenmesinde, sınıfların bir araya gelmesiyle oluşan birlik, şube.
dal(II)
is. hlk. 1. Arka, sırt. 2. Kol. 3. Omuz:
"Belikler dalına dökülür gelir / İnce bel üstüne sal ala gözlüm" -Halk türküsü. 4. Boyun, ense.
dal(III)
sf. Çıplak, yalın:
Dalkılıç. Daltaban. filiz(I)
is. Yeni sürmüş körpe ve küçük dal veya yaprak, sürgün:
"Yeşil çeltik filizleri bir parmak uzunluktaydı." -Y. Kemal.
filiz(II)
is. jeol. Ocaktan çıkarılan işlenmemiş, başka maddelerle karışık hâlde bulunan, ham maden birleşiği:
Demir filizi. Bakır filizi. piç is. 1. Anası ile babası arasında evlilik bağı olmadan dünyaya gelen çocuk, haramzade, veledizina. 2. Babası belli olmayan çocuk. 3. Her şeyin küçüğü, büyüğü ile aynı nitelikte olmayan. 4.
kaba Terbiyesiz, arsız çocuk:
"Şimdi bir karış piçler bile zavallıya -Ulan, hödük, bana baksana- diye hitap ediyorlar." -Ö. Seyfettin. 5.
kaba Kalleş, kurnaz, kötü niyetli kimse. 6.
bit. b. Bir ana bitkinin çevresinde yeniden beliren sürgün ve filizler.
sürgün is. 1. Ceza olarak belli bir yerin dışında veya belli bir yerde oturtulan kimse:
"Sürgünü yalnız memleket hasreti yıkmaz." -R. H. Karay. 2. Sürülme işi, nefiy:
"Sürgün benim için ölüm gibi bir şey olmuştu." -R. N. Güntekin. 3. Bir kimsenin sürüldüğü yer:
"Sürgünlerde çile dolduruyordu en güzel yaşında." -Y. Z. Ortaç. 4. Bir bitkide yeni süren filiz. 5. İshal.