arka is. 1. Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı, ön karşıtı:
"Evin arkasında dekorlar boyarlardı." -A. Ağaoğlu. 2. Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi:
Çocuğun arkası ağrıyormuş. 3. Geri kalan bölüm, kısım:
Masalın arkası. Yazının arkası. 4. Art, peş. 5. Otururken sırtın dayandığı yer:
"Otomobile bindiğimiz zaman başını arkaya yaslamış, gözlerini yummuştu." -T. Buğra. 6. İnsanın vücudu, bedeni:
"Arkasında beli kemerli, dar, şık bir pardösü vardı." -R. H. Karay. 7.
sf. Arkada olan, arkada bulunan. 8.
mec. Kayırıcı:
"Memur olmak için büyük bir arka gerek." -H. R. Gürpınar. 9.
mec. Geçmiş, geride kalmış zaman:
"Bütün gözler arkaya, maziye çevrilmişti." -Y. K. Beyatlı.
boyun is. 1.
anat. Gövdenin başla omuz arasında kalan bölgesi:
"Ellerini bu defa, boynuna sıkıştırdığı beyaz peçeteye sildi." -A. İlhan. 2. Testi, şişe, güğüm gibi kaplarda dar olan üst kısım. 3. Sorumluluk. 4.
coğ. Dağ sırtlarında geçmeye elverişli alçak yer. 5. Üzeri:
"Günahı söyleyenlerin boynuna, derler ki bu iki genç birbirlerini küçükten beri sevmişler de öyle nişanlanmışlar." -Y. K. Karaosmanoğlu.
çıplak is. 1. Soyunmuş durumda olan vücudun resmi, nü. 2.
sf. Üstünde bulunması gereken giysi, örtü vb. bulunmayan, üryan, nü, cıbıl, cıbıldak:
"Kız, çıplak tabanlarını bozuk yolda şaplata şaplata köyün içerisine doğru uzaklaştı." -E. E. Talu. 3.
sf. Saçsız (baş). 4.
sf. Üzerinde yaprak olmayan:
"Irmağın başında kocaman, çıplak bir tek kavak vardı." -H. E. Adıvar. 5.
sf. İçinde gerekli eşya bulunmayan:
"Ankara tepelerinin birinde, boz renkli bir binanın çıplak ve dar bir odasında onunla karşı karşıyayız." -Y. K. Karaosmanoğlu. 6.
sf. mec. Yoksul (kimse):
"Askerliğini yapmamış, beş parasız, çıplak bir Cemal'in nesi vardı evlenilecek?" -N. Cumalı. 7.
sf. mec. Yalın, süssüz:
Çıplak bir anlatım. ense is. anat. 1. Boynun arkası:
"Kendine geldiğinde, ensesinde müthiş bir ağrı vardı." -A. Kulin. 2. Art, arka:
"Saydığın üç iskelenin ensesindeki İsmail Ağa'nın dükkânı, en emin emanetçi idi." -S. M. Alus.
kol is. 1.
anat. İnsan vücudunda omuz başından parmak uçlarına kadar uzanan bölüm. 2. Vücudunun bu bölümünü saran bölümü:
"Kara yağız oğlan yalandan gözlerinin yaşını pembe mintanının kollarına siliyordu." -O. C. Kaygılı. 3. Makinelerde tutup çevirmeye, çekmeye yarayan ağaç veya metal parça. 4.
anat. Koyun, dana, kuzu vb.nde ön ayağın üst bölümü. 5.
bit. b. Ağaçlarda gövdeden ayrılan kalın dal. 6.
müz. Bazı çalgıların elle tutulan sap bölümü. 7. Koltuk, divan vb.nin yan tarafında bulunan dayanmaya yarayan parça. 8. Bir şeyin ayrıldığı bölümlerden her biri, dal (I), kısım, şube, branş:
Türk Dil Kurumunun bilim ve uygulama kolları. 9.
tar. Karakol:
"Lakin böyle kardan yolların örtüldüğü bu gecede, koldan korku yoktu. Rahatça eğlenebilirlerdi." -R. H. Karay. 10. İş takımı, ekip, grup:
"Öteki koldaki iki hamlacıdan birisi acınacak bir zayıflıktaydı." -S. F. Abasıyanık. 11.
ask. Kanat:
Sağ kol. Sol kol. 12. Dizi, düzen:
Yürüyüş kolu. 13.
den. Bir halat oluşturan bükülmüş lif demetlerinden her biri.
sırt is. 1.
anat. Omurgalı veya omurgasız hayvanlarda boyundan kuyruk sokumuna kadar uzanan üst bölüm:
"Arabacı katırın sırtına binmiş." -F. R. Atay. 2.
anat. İnsanlarda boyundan bele kadar uzanan üst bölüm, göğüs karşıtı. 3. Kesici araçların kesmeyen kenarı:
Bıçağın sırtı. 4. Dağların veya tepelerin üst bölümü:
"Beşiktaş sırtları pırıl pırıl, aradaki boğaz parçası masmaviydi." -O. V. Kanık. 5. İnsanın üstü:
"Ona ikinci rastlayışımda sırtında bir pardösü vardı." -H. Taner. 6. Bir şeyin üstü, üst bölümü. 7. Dikilmiş veya ciltlenmiş kitaplarda dikişin bulunduğu bölüm.
şube is. (şu:be) 1. Bir kurumun, bir kuruluşun alt mevkilerindeki iş yerlerinden her biri:
Banka şubesi, askerlik şubesi. 2. Okullarda aynı düzeydeki sınıflardan her biri:
"Üç günün içinde, ders verdiği üç şubeye de ‘La Pipe Turque' adlı parçayı, noktasına, virgülüne hatta noktalı virgülüne kadar ezberletti." -H. Taner. 3.
biy. Dal:
Hayvanlar iki şubeye ayrılır: Bir hücreliler ile çok hücreliler. 4.
esk. Kol.
yalın(II)
sf. 1. Gösterişsiz, süssüz, sade (söz, yazı). 2.
hlk. Çıplak, kınından çıkmış:
"Dışarıdan içeriye ellerinde yalın kasaturalarla polisler daldı." -E. E. Talu.