bitirme is. Bitirmek işi, itmam, mezuniyet.
defa is. (defa:) Kez, kere:
"İlk defa bu fikir, bir fikir olmaktan çıktı." -Y. K. Beyatlı.
huzur is. (huzu:ru) 1. Dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç:
"Fakat böyle bir zevk ve huzurun devam ve bekası olamaz." -N. F. Kısakürek. 2. Ön, yan, kat, makam, yamaç:
"Ertesi sabah tutukluyu huzuruna çağırtıp ona düşüncesini söylediğinde hiç beklemediği bir karşılık aldı." -İ. O. Anar. 3.
esk. Bir yerde bulunma:
Bu sorunun konuşulması için sizin huzurunuz şarttır. 4.
esk. Padişah katı:
Huzura çıkmak. katman is. 1. Birbiri üzerinde bulunan yassıca maddelerin her biri, tabaka. 2.
jeol. Altında veya üstünde olan kayaçlardan gözle veya fiziksel olarak az çok ayrılabilen, kalınlığı 1 cm'den az olmayan tortul kayaç birimi, tabaka. 3.
top. b. Bir toplum içinde makam, şöhret, meslek vb. bakımdan ayrılan topluluklardan her biri, tabaka.
kesme is. 1. Kesmek işi:
"Bir dönem, içkiyi haftalarca tamamen kesmeyi başardığım için, ondan sonra içtiğim her kadeh, bir adım gerilemek demekti." -E. Şafak. 2. Teneke, sac vb.ni kesmek için kullanılan makas. 3.
sf. Küp biçiminde veya köşeli olarak kesilmiş olan:
"Dört tarafı kesme billur kapaklı bir eski saat." -R. H. Karay. 4.
sf. Kesin, değişmez, maktu:
Kesme fiyat. 5.
db. Kesme işareti. 6.
ed. Nazımda veya nesirde, bir cümleyi sonu anlaşılacak biçimde yarım bırakma sanatı, kat. 7.
bit. b. Kıyılarımızda yaygın olarak bulunan, yuvarlak tepeli, 5 m kadar boylu, her dem yeşil, yaprakları küçük ve kenarları testere dişli, çiçekleri yeşilimsi beyaz renkli olan bir süs ağacı, akçakesme
(Phillyrea latifolia). 8.
mat. Çizgisel iki doğru parçası ve bir eğri yayı ile sınırlanan düzlem yüzeyi. 9.
sin. ve
TV İki çekimin birbirine doğrudan doğruya bağlanmasından, iki ayrı çekimin birbirini izlemesinden doğan durum. 10.
esk. Lokum.
kez is. Bazı sayı sıfatlarıyla birlikte kullanılarak bir olayın ve olgunun her bir tekrarlanışını bildiren söz, defa, kere, sefer:
İki kez İstanbul'a gittim. makam is. (maka:mı) 1. Mevki, kat, yer:
"İnsan değil gökyüzündeki makamını şaşırarak yere inmiş bir melektir." -H. R. Gürpınar. 2.
müz. Klasik Türk müziğinde bir müzik parçası veya şarkının işleniş biçimi.
mevki is. (mevki:si) 1. Yer, mahal:
"Gelibolu civarında Akbaş mevkisinde bir cephane deposu vardı." -Atatürk. 2. Makam:
"... senelerce devletin yüksek mevkilerinde bulundu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. Bazı ulaşım araçlarında yolculara veya tiyatro, sinema vb. yerlerde seyircilere sağlanan konfora ve bilet ücretlerine göre düzenlenmiş yer:
"İkinci mevki sıralar oldukça dolmuş, localardan ise ancak bir ikisi tutulmuş." -M. Ş. Esendal. 4. Durum:
"Hey Allah'ım! Ben ne müşkülatlı bir mevkide kalmışım şimdi" -O. C. Kaygılı.
misil is. esk. 1. Eş, benzer:
"Misli görülmemiş bir refaha, bir saadete ermiştim." -R. H. Karay. 2. Miktar. 3. Defa, kez, kat:
"Ona edeceğiniz her hareketi yüz misli ile size iade ederim." -A. Gündüz.
ön is. 1. Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı:
"Arabam bir gece kulübünün önünde duruyor." -A. Ümit. 2. Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı:
"Altmış yaşında anamın önünde sigara içmek istemezdim." -B. Felek. 3. Bir kimsenin ilerisi:
"Bir aralık önümüzden şarkı sesleri geldi." -S. F. Abasıyanık. 4. Yakın gelecek zaman:
Önümüz kış. 5. Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü:
"Uçuk siyah renkli çarşaf pelerinin önü açık." -P. Safa. 6. Önce olan, ilk:
Ön söz. Ön görüşme. 7. Civar, yöre:
Kanlıca önlerine geldiler. 8.
sf. Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan:
"Ben, Anafartalar'da Mustafa Kemal'in bulunduğu en ön siperlerde de kurşun attım." -A. Gündüz.
tabaka(I)
is. 1.
jeol. Katman:
Madenin üzerindeki kalın toprak tabakası kaldırılıyor. 2. Baskı ve yazıda kullanılan, değişik boyutlarda kesilmiş kâğıt. 3. Derece. 4.
top. b. Katman:
"Bu insan nehrinin en aşağı tabakası, ipsiz takımıdır." -S. Birsel.
tabaka(II)
is. (taba'ka) Cepte taşınan tütün veya sigara kutusu:
"Ceviz ağaçlarının altına çökebilir, tabakalarınızdan birer sigara yakabilirsiniz." -S. F. Abasıyanık.
yan is. 1. Bir şeyin ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü:
"Yolcuların girdiği iskele yanından kendini denize attı." -M. Ş. Esendal. 2. Sağ ve solun ortak adı, yön, taraf, cihet:
"Yaşlı garson yanımıza geldi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. Yer. 4. Üst. 5. Birlikte, beraberinde olma:
"Bir ara acıkıp yanlarında getirdikleri ekmek peyniri yediler." -N. Cumalı. 6. Bedenin bir bölümü:
Sağ yanına inme inmiş. 7.
sf. Üstte, altta, arkada veya önde olmayan. 8.
sf. İkinci derece olan:
İlacın yan etkileri. 9.
sf. Tali:
"Siyasi partiler kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri şekilde ayrıcalık yaratan yan kuruluşlar meydana getiremezler." -Anayasa. 10.
zf. Bir tarafa yönelerek. 11.
mec. İstekleri karşıt olan iki kişiden veya topluluktan biri. 12.
ask. Savaş düzenindeki ordunun iki kanadından her biri. 13.
mat. Bir denklemde "=" işaretiyle ayrılmış olan iki anlatımdan her biri. 14.
sp. Futbol veya hentbolda, topun, alanın yan çizgileri dışına çıkması, taç (II).