dirlik is. 1. Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim. 2. Huzur, erinç:
"Madem birsin, birlik olsun / Dilde, dinde, milliyette / Murat et de dirlik olsun / Baştan başa cemiyette" -O. S. Orhon. 3.
tar. Osmanlı Devleti'nde bir hizmete karşılık olmak üzere bir kimseye devletçe verilen aylık veya bir yere bağlı gelir:
"Zaten onun için, hazinelerin, varlıkların, dirliklerin ne değeri vardır." -S. Ayverdi.
erinç is. Hiçbir eksiği, üzüntüsü ve acısı olmama durumu, dirlik, rahat, huzur:
"Değiliz, erinç içinde değiliz biz, erinç içinde olmayı da aramıyoruz, dilemiyoruz." -N. Ataç.
kat(I)
is. 1. Bir yapıda iki döşeme arasında yer alan daire veya odaların bütünü:
"Yemekten sonra evin üst katında, ocaklı bir odaya çıktık." -S. F. Abasıyanık. 2. Bir yüzey üzerine az veya çok kalın bir biçimde, düzgün olarak yayılmış bulunan şey:
Bir kat yufka, bir kat peynir. 3. Üst üste konulmuş şeylerden her biri, tabaka. 4. Giyeceklerde takım:
"Birer kat elbise ile kalacağız." -A. Gündüz. 5. Apartman dairesi. 6. Ön, yan:
"Salim, Sait Faik'in Yaşar Nabi katındaki telif ücretini artırmakta büyük rol oynamıştır." -S. Birsel. 7. Huzur. 8. Bükülen veya kıvrılan bir şeyin her kıvrımı:
Kumaşın katı. 9. Makam, mevki. 10. Kez, defa, misil:
Bu, ondan iki kat pahalı. 11.
jeol. Katman. 12.
mat. Tekrarlanan bir sayının toplamı:
6, 9, 12 ve 15 sayıları 3 sayısının katlarındandır. kat(II)
is. esk. 1. Kesme, kesilme. 2. İlgiyi kesme. 3. Sonuca bağlama, bitirme. 4.
ed. Kesme.
makam is. (maka:mı) 1. Mevki, kat, yer:
"İnsan değil gökyüzündeki makamını şaşırarak yere inmiş bir melektir." -H. R. Gürpınar. 2.
müz. Klasik Türk müziğinde bir müzik parçası veya şarkının işleniş biçimi.
ön is. 1. Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı:
"Arabam bir gece kulübünün önünde duruyor." -A. Ümit. 2. Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı:
"Altmış yaşında anamın önünde sigara içmek istemezdim." -B. Felek. 3. Bir kimsenin ilerisi:
"Bir aralık önümüzden şarkı sesleri geldi." -S. F. Abasıyanık. 4. Yakın gelecek zaman:
Önümüz kış. 5. Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü:
"Uçuk siyah renkli çarşaf pelerinin önü açık." -P. Safa. 6. Önce olan, ilk:
Ön söz. Ön görüşme. 7. Civar, yöre:
Kanlıca önlerine geldiler. 8.
sf. Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan:
"Ben, Anafartalar'da Mustafa Kemal'in bulunduğu en ön siperlerde de kurşun attım." -A. Gündüz.
rahatlık is. 1. Üzüntüsü, sıkıntısı, tedirginliği olmama durumu, rahat:
"Nilgün'ü sükûna kavuşmuş görmenin rahatlığı içindeyim." -R. H. Karay. 2. Yorgunluk veya sıkıntı vermeme durumu:
"Başkalarının rahatlık saydığı işlerde sıkıldım, sinir kesildim." -N. Cumalı.
yamaç is. 1. Dağın veya tepenin herhangi bir yanı:
"Ay ışığında düz yolda yürümek iyi ama dik yamaçlardan nasıl inecektik aşağıya?" -A. Erhat. 2.
hlk. Ön, kat, huzur:
"Kız, hele beri gel yamacıma." -H. Taner.
yan is. 1. Bir şeyin ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü:
"Yolcuların girdiği iskele yanından kendini denize attı." -M. Ş. Esendal. 2. Sağ ve solun ortak adı, yön, taraf, cihet:
"Yaşlı garson yanımıza geldi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. Yer. 4. Üst. 5. Birlikte, beraberinde olma:
"Bir ara acıkıp yanlarında getirdikleri ekmek peyniri yediler." -N. Cumalı. 6. Bedenin bir bölümü:
Sağ yanına inme inmiş. 7.
sf. Üstte, altta, arkada veya önde olmayan. 8.
sf. İkinci derece olan:
İlacın yan etkileri. 9.
sf. Tali:
"Siyasi partiler kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri şekilde ayrıcalık yaratan yan kuruluşlar meydana getiremezler." -Anayasa. 10.
zf. Bir tarafa yönelerek. 11.
mec. İstekleri karşıt olan iki kişiden veya topluluktan biri. 12.
ask. Savaş düzenindeki ordunun iki kanadından her biri. 13.
mat. Bir denklemde "=" işaretiyle ayrılmış olan iki anlatımdan her biri. 14.
sp. Futbol veya hentbolda, topun, alanın yan çizgileri dışına çıkması, taç (II).