belirsiz sf. 1. Belirli olmayan, belgisiz, gayrimuayyen:
"Şimdi galiba belirsiz bir yerde bir esere çalışıyor." -N. F. Kısakürek. 2. Niteliği hakkında tam bir bilgi edinilemeyen, müphem:
"Bir ayağın yerlere sürtünmesinden çıkan, silik ve belirsiz sesi işitti." -P. Safa. 3. Bilinmeyen, meçhul:
"Küçük bir ekmek parçası üstüne konmuş ne olduğu belirsiz yeşilliklerle yapılmış salata kendisine uzatılıyormuş." -A. Kutlu.
gizli sf. 1. Görünmez, belli olmaz bir durumda olan, edimsel karşıtı:
"Kanun, gizli eşyayı bulmaya mahsus bir fal kitabı değildir." -N. F. Kısakürek. 2. Başkalarından saklanan, duyurulmayan, saklı kalan, mahrem, mestur, nihan:
"Sanırım babamla arasında gizli bir çekişme de yaşanıyordu." -A. Kutlu. 3. Niteliği anlaşılmayan, bilinmeyen:
Gizli kuvvetler. 4.
zf. Saklı olarak, saklayarak:
"Mektubu senden gizli posta kutusuna attım." -M. Yesari.
karanlık is. 1. Işık olmama durumu:
"Biz, karanlığın içinde ilerliyoruz." -H. Taner. 2.
mec. Üzüntü, sıkıntı, perişanlık:
"Demiştim ya; bütün memleketi bir yas karanlığı kaplamıştı." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3.
sf. Işığı olmayan, bütünü veya bir parçası ışıktan yoksun olan. 4.
sf. mec. Yasalara, töreye uygun olmayan:
"Bu karanlık işlerin hesabını sorarlar." -M. Ş. Esendal. 5.
sf. mec. Gereğince anlaşılıp bilinemeyen, ne olacağı, sonu belli olmayan (durum):
"Fahri'nin gözlerinde karanlık bir ifade var, umutsuzluk, öfke karışımı bir şey." -A. Ümit. 6.
sf. mec. Karışık.