benek is. 1. Herhangi bir şey üzerindeki ufak leke, nokta, puan:
"Burunlar koyu renkte beneklerle kaplıdır." -S. Birsel. 2.
gök b. Güneş lekeleri yöresinde görülen, parlak taneciklerden ve parlak damarlardan oluşmuş bölüm, fakül.
derece is. 1. Bir süreç içindeki durumlardan her biri, basamak, aşama, rütbe, mertebe:
"Hukuk tahsilini Paris'te bitirmiş, birinci derece diploma almıştı." -Ö. Seyfettin. 2.
e. Denli, kadar:
"Beyoğlu'nda bu derece itibar görmemişti." -E. E. Talu. 3.
fiz. Ölçü aletlerinin ölçeğinde belirtilmiş bulunan başlıca bölümlerden her biri:
Sıcakölçerin dereceleri. 4.
fiz. Sıcaklıkölçer:
"Hastaların ateşini ölçen aletle, dereceyle ancak asker ocağında karşılaşabilirdi." -N. Hikmet. 5.
kim. Bir çözeltinin yoğunluğunu ölçmede kullanılan birim. 6.
mat. Bir çemberin üç yüz altmışta birine eşit olan açı birimi:
Dik açılar doksan derecedir. 7.
sp. Başarı gösterme.
gözcü is. 1. Gözlemleme veya gözetleme işini yapan kimse:
"Ama adam, gözcünün kendi gördüğünden daha fazlasını görmediğine emindi." -İ. O. Anar. 2. Gözetmen. 3.
hlk. Göz doktoru.
radde is. esk. Derece, kerte:
"İşe polisi karıştırmadım. Son raddeye gelmedikçe de karıştırmak niyetinde değilim." -R. H. Karay.
sınır is. 1. İki komşu devletin topraklarını birbirinden ayıran çizgi, hudut. 2. Komşu il, ilçe, köy veya kişilerin topraklarını birbirinden ayıran çizgi. 3. Bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi, uç:
Bataklığın sınırı. Ormanın sınırı. 4. Bir şeyin nicelik bakımından inebileceği veya çıkabileceği en alt ve en üst sınır, limit. 5.
mat. Değişken bir büyüklüğün istenildiği kadar yaklaşabildiği durağan büyüklük, limit. 6.
mec. Uç, son.
yer is. 1.
gök b. Dünya. 2. Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân:
"İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?" -M. Ş. Esendal. 3. Gezinilen, ayakla basılan taban:
"Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu." -H. Taner. 4. Bulunulan, yaşanılan, oturulan bölge:
"Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır." -R. N. Güntekin. 5. Durum, konum, vaziyet:
Türkiye stratejik bakımdan önemli bir yerdedir. 6. Ülke. 7. Görev, makam:
"Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?" -M. Ş. Esendal. 8. Önem:
Uçağın yurt savunmasındaki yeri. 9. İz. 10. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa:
Deniz kıyısında bir yer aldılar, ev yapacaklar. 11. Ekime elverişli toprak parçası, arazi:
Çorak yerde ot bitmez. 12. Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal:
Toplantı yeri. Kaza yeri. 13. Otel, motel vb.nde kalınacak oda:
Yeriniz var mı? 14. Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye:
"Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi." -H. Taner. 15.
mec. Durum, konum:
Sen benim yerimde olsan ne yapardın?