baş(I)
is. 1.
anat. İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser:
"Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı." -N. Cumalı. 2. Bir topluluğu yöneten kimse:
"Cumhurbaşkanı devletin başıdır." -Anayasa. 3. Başlangıç:
Hafta başı. Ay başı. Yılbaşı. Satır başı. 4. Temel, esas:
"Gücün, erdemliğin, bilimin, her şeyin başı paradır, para." -H. E. Adıvar. 5. Arazide en yüksek nokta:
Dağın başı. Tepenin başı. 6. Bir şeyin genellikle toparlakça ucu:
Toplu iğne başı. "Avucumuzun içinde sakladığımız sigaraların yanmış ucu ile fitillerin başını yaktık." -F. R. Atay. 7. Bir şeyin uçlarından biri:
"Merdiven başında beni çağırdı." -A. Kutlu. 8. Kasaplık hayvanlarda ve bazı yiyeceklerde adet:
Yirmi baş koyun. On baş sığır. Üç baş soğan. 9. Para değiştirirken verilen veya alınan üstelik, sarrafiye. 10. Bir şeyin yakını veya çevresi:
"Güzel bir sonbahar havasında şair, havuz başına uzanır gibi oturmuş, güneşleniyordu." -A. Kabaklı. 11. "Önem veya yönetim bakımından ileride olan, en önemli, en üstün" anlamlarında birleşik kelimeler yapan bir söz:
Başbakan, başçavuş, başhekim, başkent, başöğretmen, başpehlivan, başrol, başsavcı. 12. Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beş derecenin en yükseği:
Başa güreşmek. 13.
den. Deniz teknelerinde ön taraf.
başkan is. 1. Bir topluluğun, bir toplantının veya bir derneğin başında bulunan kimse, reis:
"Yeni müsteşar, yarın daire başkanlarını olağanüstü toplantıya çağırmış." -A. Ümit. 2. Bazı ülkelerde devletin ve hükûmetin başı.
kafa is. 1. İnsan başı, ser. 2. Hayvanlarda genellikle ağız, göz, burun, kulak vb. organların bulunduğu vücudun en ön bölümü. 3. Çocuk oyunlarında kullanılan zıpzıp taşının veya cevizin büyük boyu. 4. Mekanik bir bütünün parçası:
Distribütör kafası. 5.
mec. Kavrama ve anlama yeteneği, zekâ, zihin, bellek:
"Kafasının faaliyetini fikirden ziyade işe vermiş." -Y. K. Beyatlı. 6.
mec. Görüş ve inançların etkisi altında beliren düşünme ve yargılama yolu, zihniyet:
"Kalbi ve kafasıyla daima yeni, daima genç kaldı." -Y. Z. Ortaç.
limonluk is. 1. Sera:
"Köşkün yanından kıvrılıp arkadaki limonluğa doğru yürüyorlardı." -M. Yesari. 2. Limon ağaçlarının bulunduğu yer, limon bahçesi:
"Taksim gezisi öğleden sonra ılık bir limonluk gibidir." -B. Felek. 3. Üzerine kesilmiş limon bastırılıp sıkılan, ortası tümsek ve oluklu küçük araç. 4.
mim. Merdiven, balkon vb. yerlerin kıyılarına çekilen, 20-30 cm yüksekliğindeki set, tavhane.
reis is. 1. Başkan:
"İstanbul'un belediye reisi olmak çok şerefli fakat hiç de heves edilecek bir şey değildir." -H. E. Adıvar. 2. Lider:
"Haydutların reisiyle anlaşıp üç adamını bir ay süreyle kiraladı." -İ. O. Anar. 3.
den. Küçük tekne kaptanı:
"Üzgün gözlerle düşman reisine baktı." -N. Hikmet.