doğrultu is. 1. Yön, istikamet:
"Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda ... devletin gözetim ve denetimi altında yapılır." -Anayasa. 2. Tutulan, izlenen yol. 3.
mat. Paralel olmayan iki sonsuz doğruyu birbirinden ayırt ettiren durum:
Düz gittiği veya geldiği düşünülen bir okun uzayda kalan izi, okun doğrultusunu gösterir. 4.
mat. Belli bir sonsuz doğrunun belirttiği tek yol, istikamet.
yan is. 1. Bir şeyin ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü:
"Yolcuların girdiği iskele yanından kendini denize attı." -M. Ş. Esendal. 2. Sağ ve solun ortak adı, yön, taraf, cihet:
"Yaşlı garson yanımıza geldi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 3. Yer. 4. Üst. 5. Birlikte, beraberinde olma:
"Bir ara acıkıp yanlarında getirdikleri ekmek peyniri yediler." -N. Cumalı. 6. Bedenin bir bölümü:
Sağ yanına inme inmiş. 7.
sf. Üstte, altta, arkada veya önde olmayan. 8.
sf. İkinci derece olan:
İlacın yan etkileri. 9.
sf. Tali:
"Siyasi partiler kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri şekilde ayrıcalık yaratan yan kuruluşlar meydana getiremezler." -Anayasa. 10.
zf. Bir tarafa yönelerek. 11.
mec. İstekleri karşıt olan iki kişiden veya topluluktan biri. 12.
ask. Savaş düzenindeki ordunun iki kanadından her biri. 13.
mat. Bir denklemde "=" işaretiyle ayrılmış olan iki anlatımdan her biri. 14.
sp. Futbol veya hentbolda, topun, alanın yan çizgileri dışına çıkması, taç (II).
yer is. 1.
gök b. Dünya. 2. Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân:
"İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?" -M. Ş. Esendal. 3. Gezinilen, ayakla basılan taban:
"Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu." -H. Taner. 4. Bulunulan, yaşanılan, oturulan bölge:
"Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır." -R. N. Güntekin. 5. Durum, konum, vaziyet:
Türkiye stratejik bakımdan önemli bir yerdedir. 6. Ülke. 7. Görev, makam:
"Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?" -M. Ş. Esendal. 8. Önem:
Uçağın yurt savunmasındaki yeri. 9. İz. 10. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa:
Deniz kıyısında bir yer aldılar, ev yapacaklar. 11. Ekime elverişli toprak parçası, arazi:
Çorak yerde ot bitmez. 12. Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal:
Toplantı yeri. Kaza yeri. 13. Otel, motel vb.nde kalınacak oda:
Yeriniz var mı? 14. Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye:
"Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi." -H. Taner. 15.
mec. Durum, konum:
Sen benim yerimde olsan ne yapardın? yön is. 1. Belli bir noktaya göre olan yer, taraf. 2. Bir şeyin belli bir noktaya baktığı yan, veçhe:
Binanın batı yönü. 3. Bir yere gitmek için izlenen yol, cihet, istikamet:
Bolu yönüne. 4.
mec. Tutulacak, izlenecek yol:
İşin ekonomik yönü. yöre(I)
is. Bir bölgenin belli bir yer ve çevresini kapsayan sınırlı bölümü, havali, mahal, civar.
yöre(II)
is. hlk. Değirmenlerde, taşla kasnak arasında kalan ve hayvan yemi olarak kullanılan un.