çıkarmak (-den) 1. Birinin veya bir şeyin çıkmasını sağlamak, çıkmasına sebep olmak:
"Çantasından çok sayfalı, maroken kaplı küçük bir defter çıkardı." -Ö. Seyfettin. 2.
(-i) Sonunu getirmek:
Bu para ile ayı çıkarırız. 3.
(-i) Anlamak, ne olduğunu bilmek, sezmek. 4.
(-i) Bulmak, ortaya koymak:
Yalanını çıkarmak. Yanlışını çıkarmak. 5.
(-i) Hatırlamak:
"Adamı nereden tanıdığımı tam olarak çıkarmaya çalıştım." -N. Cumalı. 6.
(-i, -den) Öfke, hırs, acı vb.nin zararını çektirmek:
Öfkesini benden çıkardı. 7.
(-i, -den) Sağlamak, elde etmek:
Ekmeğini taştan çıkarmak. 8.
(-i, nsz) Gibi göstermek, bir davranış yüklemek:
Birini hırsız çıkarmak. Suçlu çıkarmak. 9. Sindirim yolundan dışarı atmak:
"Sonunda dayanamayıp o gece ne yediyse çıkardı." -İ. O. Anar. 10. İlgisini keserek uzaklaştırmak. 11.
(-i) Giysi, ayakkabı vb.ni vücuttan ayırmak, soymak:
"İhtiyar hatun, onun ayakkabılarını ve ceketini çıkarıp çekilip gitmişti." -S. F. Abasıyanık. 12.
(-i) Yayımlamak:
"Gençlerin tenkitlerini gördü, yeni çıkardıkları edebiyat tarihlerini karıştırdı." -O. S. Orhon. 13.
(-i) Gidermek:
Lekeyi çıkarmak. 14.
(nsz) Sebep olmak, yol açmak:
"Bir dedektif bürosu açmış, hükûmet zorluk çıkardığından kapatmıştı." -R. H. Karay. 15.
(nsz) Yapmak, üretmek:
Bu terzi çok iş çıkarıyor. 16.
(-e, nsz) Sunmak:
Konuklara çerez çıkardı. 17.
(-e, -i) Göstermek:
"Sosyeteye bir ustabaşıyı kocam diye çıkaracaksın." -M. Ş. Esendal. 18.
(-i, -le) Bir müzik parçasını notalarıyla çalmak:
"Yeni öğrendiği bir tangoyu piyanoda tek parmakla çıkarmaya çalışan İlhami..." -H. Taner. 19.
(nsz) Yollamak, göndermek:
Bir adam çıkarıp oğlunu yanına getirtti. 20.
(nsz) Boşaltmak:
"Karşıki kıyıda yün denkleri çıkaran gemiye haykırdık, işaretler ettik." -R. H. Karay. 21.
(nsz) Resim yapmak. 22.
(nsz) Fotoğraf çektirmek. 23.
(-i) mec. Söylemek:
"Bu dedikoduyu ortaya mutlak bizim arkadaş çıkarmıştır." -O. C. Kaygılı. 24.
(-i, -den) mat. Üçüncü bir sayı elde etmek üzere belli bir sayıdan, daha az değerli başka bir sayı kadar birim eksiltmek, tarh etmek.
davranmak (nsz) 1. Bir kimseye veya bir şeye karşı belli tavır takınmak:
"Hiç gerekmezken dönüyor ve onu yeni görmüş gibi davranıyor." -T. Buğra. 2.
(-e) Bir şeye el atmak, girişmek:
"Onu örnek alan hamallar da camgöbeği takımın diğer parçalarına davrandılar." -E. Şafak. 3.
(-e) Bir işi yapmaya hazır olmak, hazırlanmak:
"Kalbine bu üzüntü düşünce duramadı, ayağa kalkıp gitmeye davrandı." -R. H. Karay.
edinmek (nsz) Kendini bir şeye sahip kılmak, kendine sağlamak, iktisap etmek:
"Başlangıçta ücretini düşük tutup el mahareti edindi." -İ. O. Anar.
hareket etmek1) yola gitmek, yola çıkmak:
"Ne vakit hareket edeceğiz, Kenan? Yarın mı?" -Ö. Seyfettin. 2) vücudu oynatmak, kıpırdatmak veya kımıldamak, devinmek; 3) davranmak:
"İnsan bu kadar ölçülü hareket eder mi, edemez mi?" -H. E. Adıvar. 4)
fiz. devinmek.
ifa etmek1) yapmak, yerine getirmek:
"Hürmetlerimi kendim ifa eder, mektup yazarım." -S. F. Abasıyanık. 2) ödemek.
olmak (nsz) 1. Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak:
"En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu." -S. F. Abasıyanık. 2. Gerçekleşmek veya yapılmak. 3. Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak:
"Okumak, eczacı olmak bu sayılı inatlarından biri ve ilkidir." -T. Buğra. 4. Bir şeyi elde etmek, edinmek:
"Nihayet ben mal sahibi olacağıma göre rahattım." -S. F. Abasıyanık. 5. Bir durumdan başka bir duruma geçmek. 6. Herhangi bir durumda bulunmak. 7. Uygun düşmek, yerinde görülmek:
Böyle iş olmaz. Oraya gitmesek de olur. 8. Yetişmek, olgunlaşmak:
Ekinler oldu. Üzümler daha olmadı. 9. Hazırlanmak, hazır duruma gelmek:
Çay oldu. 10. Bulunmak:
"Kız da hemen olduğu yere oturdu." -M. Ş. Esendal. 11. Geçmek, tamamlanmak:
İki yıl oldu. Nerede ise üç yıl olacak. 12. Sürdürmek, yürütmek:
İlişkilerimiz dostça olsun istiyorum. 13. Bir kuruluşla, örgütle ilgili bulunmak, mensup olmak:
Partili olmak. 14. Yaklaşmak, gelip çatmak:
Sabah oldu. 15. Bir şey, birinin mülkiyetine geçmek:
"Pırlanta gerdanlığı da tektaş küpesi de zümrüt yüzüğü de kendinin olsun!" -S. M. Alus. 16. Ek fiilin geniş zamanı olan -dır (-dir) anlamında kullanılan bir söz:
Annesi oluyor. Yeğeni olur. 17.
(nsz) tkz. Sarhoş olmak:
Sen adamakıllı olmuşsun. 18.
(-e) Uymak, tam gelmek:
Bu şapka başıma oluyor. 19.
(-den) Yitirmek, elinden kaçırmak:
Tembelliği yüzünden işinden oldu. 20.
(-den) Bir yerde doğmuş, yaşamış olmak:
Köyden, kasabadan olmayan, düveni, dirgeni nasıl bilebilir? 21.
(-e) Bir olayla karşılaşmak, başına kötü bir şey gelmek:
Aman, ona bir şey olmasın! Kimseye bir şey olmadı. 22.
(-e) Yol açmak:
Bu davranışın ona çok zararı oldu. 23. Bir ad veya sıfatın belirttiği durumu almak:
Su, buz oldu. 24.
(yar) Sıfat-fiil eki almış kelimelerle birlikte başlama, bitirme vb. bildiren fiilleri oluşturur:
Artık bize gelmez oldu. Bu işi yapmış olacak. 25.
(yar) Hastalığa yakalanmak, tutulmak:
Tifo olmak. Verem olmak. onarmak (-i) 1. Bozulmuş, eskimiş olan bir şeyi düzeltip işler veya kullanılır duruma sokmak, işe yarar duruma getirmek, tamir etmek:
Bozuk bir saati onardı. 2. Bir yapının, bir heykelin, bir resmin bozulmuş yerlerini yeniden yapmak, ilk duruma getirmek, restore etmek. 3.
mec. İşlenen bir kusuru, yapılan bir yanlışlığı giderecek veya önleyecek davranışlarda bulunmak.
tamir etmek1) onarmak:
"Elbiselerini bizzat yamıyorlar, ayakkabılarını tamir ediyorlar, hayvanlarını öz elleriyle sağıyorlar." -N. F. Kısakürek. 2) yapılan bir yanlışı düzeltmeye çalışmak.
uygulamak (-i) 1. Kuramsal bir bilgiyi, ilkeyi, düşünceyi herhangi bir alanda hayata geçirmek, tatbik etmek:
"Nitekim bilge bunu açıkça söylemekle kalmaz, tamı tamına uygular da." -N. Uygur. 2.
(-i, -e) Üst üste getirmek, üstüne koymak, tatbik etmek:
İki üçgeni birbirine uygulamak. üretmek (nsz) 1. Aynı türden canlıları çoğaltmak:
"Minnacık bir kir, olduğu yerde durmuyor, dakikada üçe beşe katlanarak çoğalan mikroplar üretiyordu." -E. Şafak. 2. Ekonomik bir etkinlik sonucu ürün elde etmek:
Petrol üretmek. Çimento üretmek. 3.
mec. Oluşturmak, yaratmak, meydana getirmek:
Şiir üretmek. yetiştirmek (-i, -e) 1. Birini, bir şeyi gitmekte veya gitmek üzere olan bir kimse veya şeye ulaştırmak, ulaşmasını sağlamak. 2. Vaktinde hazır olmasını sağlamak, tamamlamak, bitirmek:
Kitabı önümüzdeki aya yetiştireceğim. 3. Birini gerekli bir iş için tam zamanında bir yere götürmek:
Hastayı doktora yetiştirmek. 4.
(nsz) Üretmek, büyütmek, geliştirmek:
"Evlerinin bahçesinde bir iki elma, erik ağacı yetiştirirler." -N. Cumalı. 5. İletmek, duyurmak:
"Müjdeyi komşu hanımlara yetiştirmeye koşmuştu." -H. F. Ozansoy. 6. Sağlayıp vermek:
"Sigara yakmak isteyenlere kibrit yetiştirir." -H. Taner. 7.
(-i) Yetmesini sağlamak:
"Cephemiz susuz, kuru ekmek ve benzini güç yetiştiriyoruz." -F. R. Atay. 8.
(-e) mec. Söylenmemesi gereken bir şeyi hemen söylemek:
"Hiç kalır mı? Ertesi gün valiye yetiştirdiler." -M. Ş. Esendal. 9.
(-i) mec. Çocuğun gelişip büyümesine özen göstermek:
"Munise'yi güzel ahlaklı bir kadın olarak yetiştirecektim." -R. N. Güntekin. 10.
(-i) mec. Eğitim, öğrenim sağlamak.