anlamak (-i) 1. Bir şeyin ne demek olduğunu, neye işaret ettiğini kavramak:
 "Yıldızın hemen altında, namluya benzer bir başka şekil var, bunun bir tabanca olduğunu anlamakta gecikmiyorum." -A. Ümit. 2. Yeni bilgileri eskileriyle bir araya getirerek sonuç niteliğinde başka bir bilgi edinmek. 3. Sorup öğrenmek. 4. Doğru ve yerinde bulmak:
 Hani bunu anladık ama! 5. Birinin duygularını, istek ve düşüncelerini sezebilmek:
 "Kabul etmeyeceğini ben daha o gün anlamıştım." -M. C. Kuntay. 6.
 (-den) Bir şey hakkında bilgisi bulunmak:
 "Biz de onun kadar bu işten anlarız." -H. Taner. 7.
 (-den, nsz) İyilik görmek, yararlanmak:
 Bu ilaçtan hiçbir şey anlamadım. 8.
 argo Sahip olmayı istemek, dileğinin yerine getirilmesini istemek:
 Yediğinden biz de anlayalım. boşaltmak (-i) 1. Boş duruma getirmek:
 "Bu durum, ister istemez evi doldurup boşaltanlarda da kısıntı yapmamızı gerektiriyordu" -A. Ağaoğlu. 2.
 (-i, -e) Dökmek, boca etmek:
 "Tavşankanı çayı ince belli çay bardağına boşalttı." -H. Taner. 3.
 (nsz) Bir silahta ne kadar mermi varsa hepsini arka arkaya patlatmak:
 "Yayla devriyesi bizden yardım istemek için havaya silah boşaltmış." -H. R. Gürpınar. 4. Kusmak. 5. Gevşetmek, açmak:
 "İbrahim Ağa atın kolanlarını boşaltırken, kendini bir iş yapmış sayar." -M. Ş. Esendal.
 bulmak (-i) 1. Arayarak veya aramadan bir şeyle, bir kimse ile karşılaşmak:
 "Kafam her an bir konu bulmak için binbir çeşit şeye müracaat ediyor." -H. E. Adıvar. 2. Bir şeyi elde etmek. 3. Kaybedilen bir şeyi yeniden ele geçirmek:
 Paramı buldum. 4. Varlığı bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak, keşfetmek:
 "Şu kuvvetin, cevherin sırrını bulmaya çalışıyorum." -S. F. Abasıyanık. 5. İlk kez yeni bir şey yaratmak, icat etmek. 6. İstenilen şeye kavuşmak, nail olmak:
 "Kadınlık namına düşündüğüm şeylerin hiçbirini karımda bulamadım." -Ö. Seyfettin. 7. Bir yere, bir noktaya erişmek, ulaşmak:
 "Böylece yılın ortasını bulduk." -R. H. Karay. 8. Herhangi bir görüşe, bir yargıya varmak:
 "Ben de bunu akıllıca buldum." -M. Ş. Esendal. 9. Seçmek, uygun saymak:
 "Bazen onlara yeni ve güzel kıyafetler buluyor." -H. E. Adıvar. 10. Sağlamak, temin etmek:
 "Sen otur ye, ben yatarken, kendim bir şeyler bulur, yerim." -S. F. Abasıyanık. 11.
 (-i, -e) Kabahat, suç, kusur yüklemek:
 Bana kabahat bulma, ben böyle olacağını vaktiyle söylemiştim. 12.
 (nsz) Cezaya uğramak:
 Eden bulur. 13. Hatırlamak:
 "Bir türlü bulamadım caminin ismini dersem inanır mısınız?" -S. F. Abasıyanık.
 gidermek (-i) 1. Ortadan kaldırmak, yok etmek:
 "Vapur sorar, yol öğrenir, merakımızı gideririz." -S. F. Abasıyanık. 2. Dindirmek:
 "Susuzluğunu giderdikten sonra açlığını da bastırmaya kararlı olduğu belliydi." -İ. O. Anar.
 giysi is. Her türlü giyim eşyası, giyecek, elbise, kıyafet, libas, urba:
 "Hanımlar, tatil köylerinde son moda giysiler giyiyorlar." -Ç. Altan.
 göndermek (-i, -e) 1. Bir yere doğru yola çıkarmak, yollamak, ulaşmasını, gitmesini sağlamak, irsal etmek:
 "Hepimizi esir edip Malta'ya gönderecekleri ağızlarda dolaşıyordu." -H. E. Adıvar. 2. Yetki vererek gitmesini sağlamak. 3. Bir kaynaktan çıkıp gelmek, ulaşmak:
 Güneş dünyaya ısı ve ışık gönderir. 4. Yolcu etmek. 5. Araştırma, yazışma vb.nde kaynak kişiye veya esere işaret etmek, atıf yapmak.
 göstermek (-i) 1. Birini veya bir şeyi işaretle belirtmek:
 Vitrindeki oyuncağı parmağıyla gösterdi. 2.
 (-i, -e) Görülmesini sağlamak, görmesine yol açmak:
 Size kitaplarımı göstereyim. 3. Belirtmek, anlatmak:
 Bu söz onun iyi niyetini gösteriyor. 4.
 (-e) Bir şeyin etkisi altında tutulmak:
 Güneşe göstermek. Aleve göstermek. 5.
 (-e) Kanıtla inandırmak:
 Bunun böyle olduğunu size göstereceğim. 6.
 (nsz) Öğretmek, açıklamak:
 Yol göstermek. 7.
 (-e, nsz) Yapmasını söylemek, görevlendirmek:
 Size ne iş gösterdiler? 8. Güzelliğini ortaya çıkarmak, temsil etmek:
 "Bu seni ablandan daha şirin gösteriyor, emin ol!" -R. N. Güntekin. 9. Herhangi bir biçimde değerlendirmeye yol açmak:
 Gerçekleri çarpıtarak gösteriyor. 10.
 (nsz) Görünmek, benzemek. 11.
 (yar) Etmek:
 İtaat göstermek. Dayanışma göstermek. 12.
 (-e) mec. Sert bir biçimde karşılık vermek:
 "Anası da babasının küfürlerini tekrarlıyor, evde ona göstereceğini söylüyor, gözlerini açıyor, başını sallıyordu." -Ö. Seyfettin.
 hatırlamak (-i) Anımsamak:
 "O zaman annemin ölmüş olduğunu hatırlıyorum." -A. Ağaoğlu.
 sağlamak(I)
 (-i) 1. Bir işin olması için gerekli durumu, şartları hazırlamak, temin etmek:
 "Biz bu ihtiyara son günlerinde hiç aklından geçirmediği bir saadet sağladık." -H. Taner. 2. Elde etmek, sahip olmak:
 "... o sevimli yavru hâliyle sağladığı sempatinin büyük bir kısmını yitirmişti." -Y. N. Nayır. 3.
 mat. Bir işlemin doğruluğunu ortaya koymak.
 sağlamak(II)
 (nsz) Öndeki aracın sağından ilerleyerek önüne geçmek.
 sezmek (-i) 1. Açık bir kanıt olmaksızın, olmuş veya olacak bir şeyi anlamak, kestirmek, hissetmek:
 "İkinci Dünya Savaşı'na doğru gittiğimizi en evvel sen sezmiştin." -R. H. Karay. 2. Anlamak, fark etmek:
 "Onun deli sayılmasının sebeplerini gizlice biz de sezerdik." -A. Ş. Hisar.
 söylemek (-i) 1. Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak:
 "Bu konak için de yine senelerden beri aynı şeyi söylerim." -R. N. Güntekin. 2. Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak:
 "Hececiler kendilerinden sonra yeni bir edebî neslin yetişmediğini söylüyorlar." -S. F. Abasıyanık. 3. Yapılmasını istemek:
 "Biraz sonra nazırın yine beni istediğini söylediler." -F. R. Atay. 4.
 (nsz) Türkü, şarkı vb. okumak:
 "Kanto söyler gibi hareketler ve taklitlerle söylediği şarkılar pek eğlenceli şeylerdi." -R. N. Güntekin. 5.
 (nsz) Yazmak, düzmek:
 Şiir söylemek. 6.
 (-e) Haber vermek:
 "Benim burada nasıl yaşadığımı görenler gidip babama da söylerler." -A. Ş. Hisar. 7.
 (-i, -e) Önceden bildirmek, tahmin etmek:
 "Bir değil iki tane olduğunu size söylemiştim." -R. H. Karay. 8.
 (nsz) mec. Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak:
 "Ne söyler bu türküler / Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler." -N. Cumalı.
 sunmak (-i, -e) 1. Bir büyüğe veya nezaket gereğince bir kimseye bir şeyi vermek, yollamak, göndermek, takdim etmek:
 "Bu küçük hadiseyi devlet adamlarımıza bir müşahede olarak sunuyorum." -B. Felek. 2. Tanıtmak, bilgi vermek amacıyla çeşitli yöntemler kullanarak bir konuyu dinleyenlere aktarmak. 3. Radyoda, televizyonda, bir eğlence yerinde programı takdim etmek.
 üretmek (nsz) 1. Aynı türden canlıları çoğaltmak:
 "Minnacık bir kir, olduğu yerde durmuyor, dakikada üçe beşe katlanarak çoğalan mikroplar üretiyordu." -E. Şafak. 2. Ekonomik bir etkinlik sonucu ürün elde etmek:
 Petrol üretmek. Çimento üretmek. 3.
 mec. Oluşturmak, yaratmak, meydana getirmek:
 Şiir üretmek. yapmak (-i) 1. Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek:
 "Her görevi ayrım gözetmeden aynı titizlikle yapmak başarının sırrıdır." -Ç. Altan. 2.
 (nsz) Olmasına yol açmak:
 Durgun sular sıtma yapar. 3.
 (nsz) Yol almak. 4. Onarmak, tamir etmek:
 Bozulan saatimi saatçi yaptı. 5.
 (nsz) Bir şeyi başka bir şey durumuna getirmek:
 "Ayrıca terbiye edeceğim, onu yaman bir polis köpeği yapacağım." -R. H. Karay. 6. Bir dileği, bir isteği yerine getirmek, uygulamak, ifa etmek:
 "Şu işi yapıver, diye yalvarmıştı da enişte engel olmuştu." -S. M. Alus. 7.
 (nsz) Bir düşünceyi, bir davranışı, bir isteği işe dönüştürmek, gerçekleştirmek:
 "Elimi ağzına götürerek sus işareti yaptım." -R. H. Karay. 8. Düzenli bir duruma getirmek:
 Yatak yapmak. Yolu yaptılar. 9.
 (nsz) Üretmek:
 Ayakkabı yapmak. 10.
 (nsz) Bir harekete, işe başlamak veya bir hareketle, işle uğraşmak:
 Koşu yapmak. Sarsıntı yapmak. 11. Zarara yol açmak. 12. Etkili olmak. 13.
 (nsz) Salgılamak, çıkarmak:
 Tükürük bezleri tükürük yapar. 14.
 (-e) Dışkı çıkarmak:
 Çocuk, altına yapmış. 15. Gerçekleştirmek:
 "İlk ve ortaöğrenimini Anadolu'da yapmıştır." -Y. Z. Ortaç. 16. Tehdit yoluyla birini herhangi bir duruma düşürmek:
 Ben adamı ne yaparım biliyor musun? 17.
 (-i, -e) Evlendirmek:
 Bu kızı sana yapacağız. 18.
 (yar) Bir durum yaratmak:
 "Fırının harlı ateşi yanaklarını pembe pembe yapmıştı." -N. Araz. 19.
 (yar) Edinmek, sahip olmak:
 Servet yapmak. Altın yapmak. 20.
 (yar) Bir kimseye bir meslek kazandırmak, yetiştirmek:
 "Onu da Üsküdar'daki ambar memuru yapmak suretiyle daireden uzaklaştırdı." -H. Taner. 21.
 (nsz) Davranmak, hareket etmek:
 İyi yapmıyorsunuz, çocuğu çok azarlıyorsunuz. Uyumuş gibi yapmak. 22.
 (nsz) Olmak:
 Bu kış çok soğuk yaptı. yayımlamak (nsz) 1. Kitap, gazete, dergi vb. şeyleri basmak ve dağıtmak, neşretmek:
 Türk Dil Kurumunun yeni yayımladığı kitapları gördüm. 2.
 (-i) Dinlenilecek, görülecek şeyleri radyo ve televizyonla sunmak, bildirmek, duyurmak. 3. Resmen bildirmek, açıklamak, ilan etmek:
 Kararname yayımlamak. yollamak (-i, -e) Göndermek:
 "Hekim hademeleri aşağıya yolladı." -M. Ş. Esendal.