bacak is. 1.
anat. Vücudun kasıktan tabana kadar olan bölümü:
"Yorgun vücudunu zahmetle taşıyan ince bacakları üstünde doğruldu." -P. Safa. 2.
anat. Hayvanlarda yürümeye veya atlamaya yarayan organ. 3. Bazı şeylerin yerden yüksekçe durmasını sağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri, ayak:
"İpleri sedirlerin bacaklarına doladılar." -L. Tekin. 4. Oyun kâğıtlarında oğlan, vale.
dalgalanmak (nsz) 1. Üzerinde dalga oluşmak. 2. Renk, ton değiştirmek:
"Yüzünde belli belirsiz bir pembelik dalgalanmıştı." -H. Taner. 3.
mec. Hareketli olmak, kıpırdamak:
"Yolun kenarlarında eğrelti otları tilki kürkü gibi dalgalanıyordu." -S. F. Abasıyanık.
durmak (nsz) 1. Hareketsiz durumda olmak:
"Motorlu su taşıtlarından biri de kanal rıhtımının tam bizim önümüze düşen bir noktasında demir atmış duruyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. İşlemez olmak, çalışmamak:
"Bileğimdeki saat durmuş." -A. Gündüz. 3. Bir yerde bir süre oyalanmak, eğlenmek, eğleşmek, tevakkuf etmek:
"Yolda nerede çeşme gördümse durdum, elimi yüzümü yıkadım, su içtim." -N. Cumalı. 4. Dinmek, kesilmek:
Yağmur durdu. 5. Varlığını sürdürmek:
Türklerin yüzlerce yıl önceki kitabeleri hâlâ duruyor. 6. Var olmak:
Bu kadar dersim dururken sinemaya nasıl gideyim? 7. Beklemek, dikilmek:
"Oturacak değil, ayakta duracak yer yok." -R. N. Güntekin. 8. Yaşamak:
Anneannen duruyor mu? 9. Birisinin malı olarak bulunmak veya o malla ilişkisi olmak:
Yazlık eviniz hâlâ duruyor mu? 10. Kalmak:
"Artık çok durmamış, yanındaki hanımla birlikte balodan çıkmış!" -M. Yesari. 11. Bir yerde olmak veya bulunmak:
"Aspirin getirmeyeceğini adı gibi biliyordu çünkü çekmecesinde dokunulmamış bir kutu duruyordu." -T. Buğra. 12. Belli bir durumda, bir görevde bulunmak:
"Her gelişimde ben de maçları seyreder, kaleci dururdum." -H. Taner. 13. Ara vermek:
Sabahtan beri hiç durmadım. 14. Bir konuyla çok ilgilenmek, üstüne düşmek. 15.
(yar) Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur:
Çalışadurmak, bakadurmak, getiredurmak, yiyedurmak gibi.
kol is. 1.
anat. İnsan vücudunda omuz başından parmak uçlarına kadar uzanan bölüm. 2. Vücudunun bu bölümünü saran bölümü:
"Kara yağız oğlan yalandan gözlerinin yaşını pembe mintanının kollarına siliyordu." -O. C. Kaygılı. 3. Makinelerde tutup çevirmeye, çekmeye yarayan ağaç veya metal parça. 4.
anat. Koyun, dana, kuzu vb.nde ön ayağın üst bölümü. 5.
bit. b. Ağaçlarda gövdeden ayrılan kalın dal. 6.
müz. Bazı çalgıların elle tutulan sap bölümü. 7. Koltuk, divan vb.nin yan tarafında bulunan dayanmaya yarayan parça. 8. Bir şeyin ayrıldığı bölümlerden her biri, dal (I), kısım, şube, branş:
Türk Dil Kurumunun bilim ve uygulama kolları. 9.
tar. Karakol:
"Lakin böyle kardan yolların örtüldüğü bu gecede, koldan korku yoktu. Rahatça eğlenebilirlerdi." -R. H. Karay. 10. İş takımı, ekip, grup:
"Öteki koldaki iki hamlacıdan birisi acınacak bir zayıflıktaydı." -S. F. Abasıyanık. 11.
ask. Kanat:
Sağ kol. Sol kol. 12. Dizi, düzen:
Yürüyüş kolu. 13.
den. Bir halat oluşturan bükülmüş lif demetlerinden her biri.