beklemek (nsz) 1. Bir iş oluncaya, biri gelinceye değin bir yerde kalmak, durmak:
"Ben de seni bekliyordum zaten." -A. Ümit. 2.
(-i) Süre tanımak, acele etmemek:
"Bu ikramın sebebini anlamak için telaşsız bekledi." -N. Hikmet. 3.
(-i) Bir şeyi, bir kimseyi gözetmek, korumak, muhafaza etmek:
Eşyayı beklemek. Tutukluları beklemek. 4. Ummak:
"Nikâhtan bu kadar keramet bekleme!" -P. Safa. 5. Karşılaşma ihtimali bulunmak:
"Oysa bizi bekleyen yaşam bu değildi." -R. Mağden. 6. Aramak, istemek:
"Bu tecrübeli deniz kurdunun muhakkak bir beklediği var." -F. F. Tülbentçi. 7. Oyalanmak.
dikilmek(I)
(nsz) 1. Dikme işi yapılmak:
Buraya anıt dikilecek. Bahçeye ağaçlar dikildi. 2. Dik duruma gelmek. 3. Ayakta durmak:
"Bütün o ağrılı, uzun gecelerimde yatak odasının kapısında dikilir, bana bakardı." -A. Ağaoğlu. 4. Göz belli bir noktaya uzun süre bakmak:
"Gözlerime dikilen gözlerinden damla damla inen yaşları unutmuyordum." -R. N. Güntekin. 5. Karşı koymak, engellemek. 6.
fizy. Bazı üreme organları dokularına kan dolmasıyla sert ve dik bir duruma gelmek.
dikilmek(II)
(nsz) Dikme işi yapılmak:
"Bebelere çedik, kadınlara, erlere çizme, çarık dikildi." -N. Araz.
dinmek (nsz) 1. Sona ermek, bitmek, durmak:
"Gözyaşlarım dindi, ferahladım, eski hayatıma kavuştum." -Y. K. Beyatlı. 2. Kar ve yağmurun yağması, rüzgârın esmesi kesilmek veya durmak:
"Dinmiş lodosların uğultusu içinde / İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı" -O. V. Kanık.
eğlenmek (nsz) 1. Neşeli, hoşça vakit geçirmek:
"Masadakiler eğlenirlerken vali dalgınlaşmıştı, pek dinlemiyordu konuşulanları." -A. Kulin. 2.
(-le) Bir kimsenin herhangi bir kusuru veya zayıf noktası ile alay etmek:
"Yalnız bunları sordu ve inan ki benimle eğlendi." -M. Ş. Esendal. 3. Bir yerde durmak, beklemek, tevakkuf etmek:
"Yemen'e gönderilirken Beyrut'ta bir hafta eğlenmiş hem şehri görmüş hem de Cebel köylerinde gezintiler yapmıştı." -R. H. Karay. 4. Oyalanmak.
eğleşmek (nsz) 1. Oyalanmak, eğlenmek, tevakkuf etmek:
"Hadi boş yere eğleşme. Git eşeğini ara." -M. Ş. Esendal. 2. Bir yerde oturmak, yaşamak, ikamet etmek.
kalmak (nsz) 1. Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek:
"Sıkı sıkı kucakladı ve öylece kaldı." -T. Buğra. 2. Zaman, uzaklık veya nicelik belirtilen miktarda bulunmak:
"Arabada yalnız dört çocuk kalmıştı." -O. C. Kaygılı. 3.
(-de) Konaklamak, konmak:
"Hemen karargâha yerleşmezsem ne geri dönebilir ne de otelde kalabilirdim." -F. R. Atay. 4.
(-le) Oturmak, yaşamak, eğleşmek:
"Tam beş sene benimle beraber kaldı." -S. F. Abasıyanık. 5. Hayatını sürdürmek, yaşamak:
O aileden bir bu çocuk kaldı. 6. Varlığını korumak, sürdürmek:
"Eniştemizin iptidai kalmış huyları da vardı." -A. Ş. Hisar. 7.
(-de) Oyalanmak, vakit geçirmek:
"Kısa bir süre tezgâhın önünde kaldı." -N. Cumalı. 8. Sınıf geçmemek:
Çocukların içinde kalanlar da var geçenler de. 9.
(-de) İşlemez, yürümez duruma gelmek:
Araba yarı yolda kaldı. 10.
(-e) Geriye atılmak, ertelenmek:
"Mahkeme ayın on sekizine kaldı." -S. F. Abasıyanık. 11.
(-de) Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak:
Oda duman içinde kaldı. 12.
(-de) Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek:
Bugün iş maddesinde kaldık. 13.
(-den) Miras olarak geçmek:
Çiftlik ana babasından kalmış. 14.
(-den) Yapamamak:
Misafir geldi, gezmeden kaldık. 15. Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak:
"Refika, valide, iki kerime kaldık mı biz iki bin kuruş tekaüt maaşına." -H. Taner. 16.
(-le) Yetinmek:
Yalnız dayak atmakla kalmadı, onu işinden de çıkardı. 17.
(-le) Sınırlanmak, bitmemek:
"Amasya'da iken karşılaştığımız vaziyet yalnız Şeyh Recep Vakası ile kalmadı." -Atatürk. 18. Herhangi bir durumu sürdürmek. 19.
(yar) Olmak, herhangi bir durumda bulunmak:
"Fatma'nın yemek çantası olmasaydı, dün aç kalmıştık." -F. R. Atay. 20.
(yar) Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e), -ıp (-ip) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur:
Bakakalmak. Şaşakalmak. Donakalmak. Şaşırıp kalmak. Donup kalmak. kesilmek (nsz) 1. Kesme işi yapılmak. 2. Bitkin duruma gelmek, gücü, takati kalmamak, çok yorulmak:
"Sonunda elleri, ayakları yorgunluktan kesilerek uzanıyorlardı yattıkları hasırlara." -N. Cumalı. 3. Gibi olmak, benzemek, dönmek:
"Senelerden beri hizmetçinin, sütninenin türlü çeşidi ile uğraşa uğraşa insan sarrafı kesilmiş." -R. N. Güntekin. 4. Süt, ayran vb. bozulmak, ekşimek. 5. Dinmek:
"Rüzgâr kesilmiş, toprak üstüne yalın ayak basılmayacak kadar ısınmıştı." -N. Cumalı. 6. Sona ermek:
"Tam umudumuz kesilecek gibi olup da epey üzüldükten sonra kapı tokmağı tak ederdi." -H. R. Gürpınar. 7. Akmamak:
Su kesilmek. 8. Akım gelmez olmak:
"Dışarıdan biri mi geldi de onları söndürdü yoksa şehir cereyanı mı kesilmiş?" -R. N. Güntekin. 9. Kendinden önceki kelimeyi "olmak" anlamıyla pekiştiren bir fiil:
"Acele yürümeden nefesi tıkanmış ve heyecandan yüzü kıpkırmızı kesilmiş bir hâlde ihtiyarın yanına girdi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 10. Son veya aralık verilmek:
"Okulda cumartesi günleri dersler saat kaçta kesiliyor?" -A. Kutlu. 11. Kendini herhangi bir şey gibi göstermek:
"Üçüncü gün sabahı, o bir kuzu oldu, ben bir iradeli aslan kesildim." -A. Gündüz. 12. Tutulmak, kapatılmak. 13. Makaslanmak. 14. Durmak:
"Muazzez cevap vermedi ve münakaşa kesildi." -P. Safa. 15.
(-den) Yoksun kalmak:
"Çocuk yiyip içmeden kesildi." -R. N. Güntekin. 16. Sünnet olmak:
"Galip Baba, çeker gider, diye çocuk kesilinceye dek böyle yapmayı uygun görmüştü." -M. İzgü. 17.
argo Çok beğenmek, çok hoşlanmak.
tevakkuf etmekdurmak, eğleşmek, eğlenmek:
"Cevahir, şekerleme, kitapçı camekânları önünde tevakkuf ede ede yürüyordum." -Y. K. Beyatlı.
yaşamak (nsz) 1. Canlılığını, hayatını sürdürmek:
"Hiçbir şey yaşarken daha önemli değildir." -A. İlhan. 2. Sağ olmak:
Deden yaşıyor mu? 3. Varlığını sürdürmek:
Balıklar suda yaşar. 4. Oturmak, eğleşmek:
Köyde yaşamak. Şehirde yaşamak. 5. Geçinmek:
Bu kazançla yaşamak kolay değil. 6. Herhangi bir durumda bulunmak veya olmak:
Bekâr yaşamak. Tek başına yaşamak. 7. Görüp geçirmek, başından geçmek:
"Balkan Savaşı'nın bütün acılarını yaşamış bir ailenin kızıydı." -N. Cumalı. 8.
mec. Sürmek, devam etmek:
Onun anısı hep yaşayacak. 9.
mec. Varlıklı, endişesiz, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek:
"Tek başına manevra yapan bir lokomotif rahatlığı ile hayatını yaşıyor." -H. Taner. 10.
mec. Keyfi yerine gelmek, mutlu olmak, işleri yolunda olmak:
Bu iş olursa yaşadık. 11.
mec. Bir durumu yaşar gibi olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, hissetmek:
"Sen genç gibi yaşar, ihtiyar gibi ölürsün." -Ö. Seyfettin.