Sözce'de sorgulama yapmak için bir kelime girin

durmak ne demek?

 - 3 sözlük, 6 sonuç.

Güncel Türkçe Sözlük

durmak, -ur anlamı
(nsz) 1. Hareketsiz durumda olmak: "Motorlu su taşıtlarından biri de kanal rıhtımının Tam bizim önümüze düşen bir noktasında demir atmış duruyordu." -Y. K. Karaosmanoğlu. 2. İşlemez olmak, çalışmamak: "Bileğimdeki saat durmuş." -A. Gündüz. 3. Bir yerde bir süre oyalanmak, eğlenmek, eğleşmek, tevakkuf etmek: "Yolda nerede çeşme gördümse durdum, elimi yüzümü yıkadım, su içtim." -N. Cumalı. 4. Dinmek, kesilmek: Yağmur durdu. 5. Varlığını sürdürmek: Türklerin yüzlerce yıl önceki kitabeleri hâlâ duruyor. 6. Var olmak: Bu kadar dersim dururken sinemaya nasıl gideyim? 7. Beklemek, dikilmek: "Oturacak değil, ayakta duracak yer yok." -R. N. Güntekin. 8. Yaşamak: Anneannen duruyor mu? 9. Birisinin malı olarak bulunmak veya o malla ilişkisi olmak: Yazlık eviniz hâlâ duruyor mu? 10. Kalmak: "Artık çok durmamış, yanındaki hanımla birlikte balodan çıkmış!" -M. Yesari. 11. Bir yerde olmak veya bulunmak: "Aspirin getirmeyeceğini adı gibi biliyordu çünkü çekmecesinde dokunulmamış bir kutu duruyordu." -T. Buğra. 12. Belli bir durumda, bir görevde bulunmak: "Her gelişimde ben de maçları seyreder, kaleci dururdum." -H. Taner. 13. Ara vermek: Sabahtan beri hiç durmadım. 14. Bir konuyla çok ilgilenmek, üstüne düşmek. 15. (yar) Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur: Çalışadurmak, bakadurmak, getiredurmak, yiyedurmak gibi.

Türkçe - İngilizce

durmak anlamı
fiil
1) stop
2) stand
3) stay
4) halt
5) keep
6) harp
7) remain
8) be
9) hold
10) come to a halt
11) linger
12) rest
13) cease
14) stall
15) come to a stop
16) let up
17) pull up
18) pack up
19) run down
20) hold on
21) endure
22) intermit
23) pull in
24) draw rein
25) draw up
26) discontinue

Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü

durmak anlamı
Birinin hizmetine girmek.

*Merzifon köyleri -Amasya

durmak anlamı
Durmak, beklemek, kalmak

Doğu Trakya

durmak anlamı
< ET turmak: durmak. || dürmek
durmak anlamı
1. Beklemek. 2. Durmak, vaziyet almak. 3. Saklanmak, muhafaza edilmek. 4. Mahrumiyet üzere devam etmek. 5. Arta kalmak, artmak

Artvin Yusufeli Uşhum köyü

durmak eş anlamlısı

beklemek
(nsz) 1. Bir iş oluncaya, biri gelinceye değin bir yerde kalmak, durmak: "Ben de seni bekliyordum zaten." -A. Ümit. 2. (-i) Süre tanımak, acele etmemek: "Bu ikramın sebebini anlamak için telaşsız bekledi." -N. Hikmet. 3. (-i) Bir şeyi, bir kimseyi gözetmek, korumak, muhafaza etmek: Eşyayı beklemek. Tutukluları beklemek. 4. Ummak: "Nikâhtan bu kadar keramet bekleme!" -P. Safa. 5. Karşılaşma ihtimali bulunmak: "Oysa bizi bekleyen yaşam bu değildi." -R. Mağden. 6. Aramak, istemek: "Bu tecrübeli deniz kurdunun muhakkak bir beklediği var." -F. F. Tülbentçi. 7. Oyalanmak.
dikilmek
(I) (nsz) 1. Dikme işi yapılmak: Buraya anıt dikilecek. Bahçeye ağaçlar dikildi. 2. Dik duruma gelmek. 3. Ayakta durmak: "Bütün o ağrılı, uzun gecelerimde yatak odasının kapısında dikilir, bana bakardı." -A. Ağaoğlu. 4. Göz belli bir noktaya uzun süre bakmak: "Gözlerime dikilen gözlerinden damla damla inen yaşları unutmuyordum." -R. N. Güntekin. 5. Karşı koymak, engellemek. 6. fizy. Bazı üreme organları dokularına kan dolmasıyla sert ve dik bir duruma gelmek.
dikilmek
(II) (nsz) Dikme işi yapılmak: "Bebelere çedik, kadınlara, erlere çizme, çarık dikildi." -N. Araz.
dinmek
(nsz) 1. Sona ermek, bitmek, durmak: "Gözyaşlarım dindi, ferahladım, eski hayatıma kavuştum." -Y. K. Beyatlı. 2. Kar ve yağmurun yağması, rüzgârın esmesi kesilmek veya durmak: "Dinmiş lodosların uğultusu içinde / İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı" -O. V. Kanık.
eğlenmek
(nsz) 1. Neşeli, hoşça vakit geçirmek: "Masadakiler eğlenirlerken vali dalgınlaşmıştı, pek dinlemiyordu konuşulanları." -A. Kulin. 2. (-le) Bir kimsenin herhangi bir kusuru veya zayıf noktası ile alay etmek: "Yalnız bunları sordu ve inan ki benimle eğlendi." -M. Ş. Esendal. 3. Bir yerde durmak, beklemek, tevakkuf etmek: "Yemen'e gönderilirken Beyrut'ta bir hafta eğlenmiş hem şehri görmüş hem de Cebel köylerinde gezintiler yapmıştı." -R. H. Karay. 4. Oyalanmak.
eğleşmek
(nsz) 1. Oyalanmak, eğlenmek, tevakkuf etmek: "Hadi boş yere eğleşme. Git eşeğini ara." -M. Ş. Esendal. 2. Bir yerde oturmak, yaşamak, ikamet etmek.
kalmak
(nsz) 1. Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek: "Sıkı sıkı kucakladı ve öylece kaldı." -T. Buğra. 2. Zaman, uzaklık veya nicelik belirtilen miktarda bulunmak: "Arabada yalnız dört çocuk kalmıştı." -O. C. Kaygılı. 3. (-de) Konaklamak, konmak: "Hemen karargâha yerleşmezsem ne geri dönebilir ne de otelde kalabilirdim." -F. R. Atay. 4. (-le) Oturmak, yaşamak, eğleşmek: "Tam beş sene benimle beraber kaldı." -S. F. Abasıyanık. 5. Hayatını sürdürmek, yaşamak: O aileden bir bu çocuk kaldı. 6. Varlığını korumak, sürdürmek: "Eniştemizin iptidai kalmış huyları da vardı." -A. Ş. Hisar. 7. (-de) Oyalanmak, vakit geçirmek: "Kısa bir süre tezgâhın önünde kaldı." -N. Cumalı. 8. Sınıf geçmemek: Çocukların içinde kalanlar da var geçenler de. 9. (-de) İşlemez, yürümez duruma gelmek: Araba yarı yolda kaldı. 10. (-e) Geriye atılmak, ertelenmek: "Mahkeme ayın on sekizine kaldı." -S. F. Abasıyanık. 11. (-de) Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak: Oda duman içinde kaldı. 12. (-de) Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek: Bugün iş maddesinde kaldık. 13. (-den) Miras olarak geçmek: Çiftlik ana babasından kalmış. 14. (-den) Yapamamak: Misafir geldi, gezmeden kaldık. 15. Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak: "Refika, valide, iki kerime kaldık mı biz iki bin kuruş tekaüt maaşına." -H. Taner. 16. (-le) Yetinmek: Yalnız dayak atmakla kalmadı, onu işinden de çıkardı. 17. (-le) Sınırlanmak, bitmemek: "Amasya'da iken karşılaştığımız vaziyet yalnız Şeyh Recep Vakası ile kalmadı." -Atatürk. 18. Herhangi bir durumu sürdürmek. 19. (yar) Olmak, herhangi bir durumda bulunmak: "Fatma'nın yemek çantası olmasaydı, dün aç kalmıştık." -F. R. Atay. 20. (yar) Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e), -ıp (-ip) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur: Bakakalmak. Şaşakalmak. Donakalmak. Şaşırıp kalmak. Donup kalmak.
kesilmek
(nsz) 1. Kesme işi yapılmak. 2. Bitkin duruma gelmek, gücü, takati kalmamak, çok yorulmak: "Sonunda elleri, ayakları yorgunluktan kesilerek uzanıyorlardı yattıkları hasırlara." -N. Cumalı. 3. Gibi olmak, benzemek, dönmek: "Senelerden beri hizmetçinin, sütninenin türlü çeşidi ile uğraşa uğraşa insan sarrafı kesilmiş." -R. N. Güntekin. 4. Süt, ayran vb. bozulmak, ekşimek. 5. Dinmek: "Rüzgâr kesilmiş, toprak üstüne yalın ayak basılmayacak kadar ısınmıştı." -N. Cumalı. 6. Sona ermek: "Tam umudumuz kesilecek gibi olup da epey üzüldükten sonra kapı tokmağı tak ederdi." -H. R. Gürpınar. 7. Akmamak: Su kesilmek. 8. Akım gelmez olmak: "Dışarıdan biri mi geldi de onları söndürdü yoksa şehir cereyanı mı kesilmiş?" -R. N. Güntekin. 9. Kendinden önceki kelimeyi "olmak" anlamıyla pekiştiren bir fiil: "Acele yürümeden nefesi tıkanmış ve heyecandan yüzü kıpkırmızı kesilmiş bir hâlde ihtiyarın yanına girdi." -Y. K. Karaosmanoğlu. 10. Son veya aralık verilmek: "Okulda cumartesi günleri dersler saat kaçta kesiliyor?" -A. Kutlu. 11. Kendini herhangi bir şey gibi göstermek: "Üçüncü gün sabahı, o bir kuzu oldu, ben bir iradeli aslan kesildim." -A. Gündüz. 12. Tutulmak, kapatılmak. 13. Makaslanmak. 14. Durmak: "Muazzez cevap vermedi ve münakaşa kesildi." -P. Safa. 15. (-den) Yoksun kalmak: "Çocuk yiyip içmeden kesildi." -R. N. Güntekin. 16. Sünnet olmak: "Galip Baba, çeker gider, diye çocuk kesilinceye dek böyle yapmayı uygun görmüştü." -M. İzgü. 17. argo Çok beğenmek, çok hoşlanmak.
tevakkuf etmek
durmak, eğleşmek, eğlenmek: "Cevahir, şekerleme, kitapçı camekânları önünde tevakkuf ede ede yürüyordum." -Y. K. Beyatlı.
var olmak
sağ olmak, yaşamak.
yaşamak
(nsz) 1. Canlılığını, hayatını sürdürmek: "Hiçbir şey yaşarken daha önemli değildir." -A. İlhan. 2. Sağ olmak: Deden yaşıyor mu? 3. Varlığını sürdürmek: Balıklar suda yaşar. 4. Oturmak, eğleşmek: Köyde yaşamak. Şehirde yaşamak. 5. Geçinmek: Bu kazançla yaşamak kolay değil. 6. Herhangi bir durumda bulunmak veya olmak: Bekâr yaşamak. Tek başına yaşamak. 7. Görüp geçirmek, başından geçmek: "Balkan Savaşı'nın bütün acılarını yaşamış bir ailenin kızıydı." -N. Cumalı. 8. mec. Sürmek, devam etmek: Onun anısı hep yaşayacak. 9. mec. Varlıklı, endişesiz, hoş vakit geçirmek, keyif sürmek: "Tek başına manevra yapan bir lokomotif rahatlığı ile hayatını yaşıyor." -H. Taner. 10. mec. Keyfi yerine gelmek, mutlu olmak, işleri yolunda olmak: Bu iş olursa yaşadık. 11. mec. Bir durumu yaşar gibi olmak, bir durumla özdeşleşmek, duymak, hissetmek: "Sen genç gibi yaşar, ihtiyar gibi ölürsün." -Ö. Seyfettin.

"durmak" için örnek kullanımlar

Ayağa kalkıp konukları selamladı ama alkışlar durmak bilmiyordu.
Applause greeted the guests stood up, but did not stop.
Kaynak: blog.milliyet.com.tr
Onun için ''durmak yok yola devam'' diyoruz'' ifadelerini kullandı.
Do not stop keep going for him'' call'''' he said.
Kaynak: sabah.com.tr
Önde olmak önemli değil orada durmak ve kalıcı olmak mesele.
It does not matter to stand there and be persistent in the front matter.
Kaynak: haber3.com
fıtratının iyi tarafında durmak suretiyle Mekke ile Medine'yi barıştırmıştı.
Mecca and Medina to stand side by fıtratının barıştırmıştı good.
Kaynak: internethaber.com
Kontrat, iki ya da daha fazla taraf arasında bir işi yapmak veya geri durmak üzere yapılmış, taraflar için yasal yükümlülük içeren bir
Kaynak: Kontrat
uyumak, durmak (durum fiili) Fiil ve yüklem : Zaman zaman fiil (eylem) ve yüklem kavramları birbirine karıştırılır. Fiil bir sözcük türü
Kaynak: Fiil
ölüm cezası , işkence , militarizm, gibi olgulara karşı durmak, adil yargılanma, düşünce ve inanç özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi
Kaynak: İnsan Hakları Derneği
Bunun sebebi genetik hata ve çok ayakta durmak sayılabilir. Ödem kesinlikle bir hastalık değil bir veya daha fazla hastalığın semptomu
Kaynak: Ödem
Nathaniel daha sonra Salem cadı mahkemeleri nde yargıç olan John Hathorne 'un da dahil olduğu, akrabalarından ayrı durmak için soyadına "w
Kaynak: Nathaniel Hawthorne
Kötülüklerin ve acımasızlığın karşısında durmak. İnandığı değerlerle çakışmadığı sürece, emri altında olduğu amirlerinin tüm emirlerine
Kaynak: Şövalye
Fakat buharlaşma yoluyla azalan kazan suyunu yenileyecek bir sistem olmadığından araç 15 dakikada bir durmak ve su ikmali yapıp suyun
Kaynak: Buharlı otomobil
Edepli olma: Kötü hal ve hareketlerden uzak durmak amaçlanır. 2. : Bencillik, kin ve garezden korkma ve uzak durma: Tarikattan marifete geçen
Kaynak: Marifet Kapısı
Bu ikiliden uzak durmak için herşeyi yapmaya hazırdır. Bu yüzden evini satmayı bile düşünmektedir. En büyük Rakibi Squllium 'dur.
Kaynak: Squidward Dokunaç
Bunun nedeni, Jay-Z ve Roc-A-Fella 'nın o dönemde R. Kelly'nin yaşadığı yasal sorunlardan uzak durmak istemesi olduğu sanılmaktadır.
Kaynak: The Best of Both Worlds
Bir başka ifade ile büsbütün yalnız durmak, biri ile tenhaca konuşmak üzere yalnız kalıp kimseyi içeri almamaktır. Halvete girmek, ibadet
Kaynak: Halvet
Fakat, Bismarck'dan çok Napoleon 'a benzeyen Hitler, durmak bir yana taleplerinde daha da fütursuzlaştı. 29 Eylül 1938 tarihinde büyük
Kaynak: Yatıştırma politikası
büyütülürken, babası zamanının büyük bir bölümünü at yarışı oynayarak, karısının “dırdır”ından uzak durmak için evinin bahçesinde oyalanarak geçirir.
Kaynak: Bulut Kız (roman)
Dansı ile ayaklanan halk konseyden geri çekilmiş ve Büyük Ayak 'ın liderliğinde Federal hükümete karşı durmak için hazırlıklara başlamışlardır.
Kaynak: Amerikan Atı
Sarhoş edici maddelerden uzak durmak. Beş ilkeyi kabul etmek, hem Budizme katılmanın, hem de Budist adanma uygulamasının bir parçasıdır.
Kaynak: Beş İlke
Hurley ise Ben'den uzak durmak için Sayid'in suçunu üstlenip polise teslim olur. Bir yandan da adadakiler zamanda yolculuk yapmaya devam
Kaynak: The Lie (Lost)
Fakat ocakları ele almadan evvel onunla doğrudan ilgili olan ateş kültü kavramı üzerinde durmak gerekir. Ateş kültü ile ilgili
Kaynak: Geleneksel Anadolu Halk Hekimliği
Vagonmedya.com
2009-2024 © Sözce hakları saklıdır.